Soru-Cevap 1431 - 2010
[2010-12-08] :: Soru-1: İslam Şahsiyeti kitabının ikinci cüzünde geçtiği üzere alış-veriş malın mal ile değişimi/mübadelesi olması itibarıyla bir evde oturma karşılığında bir hayvanın satılması caiz değildir. Oysa bu durum, bir malın evin menfaati ile mübadelesidir. Ancak bir evde oturmaya karşılık bir bahçenin kiraya verilmesi caizdir. İktisat Nizamı kitabında ise bu alış-veriş caiz kılınmış ve şöyle denmiştir: “Bir malı, bir gün çalışma karşılığında alabilmesi caizdir.” Yani malın bir hizmetin menfaati karşılığında satılmasıdır. Dolayısıyla müşteri, sahibinin yanında çalışmasının menfaati karşılığında malı almaktadır. Görüldüğü üzere Şahsiyet ile İktisat kitapları arasında bir çelişki vardır. O halde bunun hangisi doğrudur? Bir malı menfaat karşılığında satmak caiz midir yoksa caiz değil midir? Soru-2: Şayet caiz değilse haracî arazinin satışı menfaatinin satışı olduğu bilindiği halde bu nasıl gerçekleşmektedir? Çünkü haracî arazinin rekabesi, Müslümanların mülkü olup haracî arazinin sahibi onun menfaatinden başka hiçbir şeyine sahip olamaz. O halde haracî arazinin menfaatinin mal ile mübadele edilmesi bir satış olarak isimlendirilir ve buna alış-veriş hükümleri intibak eder mi?
|
|
[2010-10-04] :: Güvenli ve huzurlu evlilik hayatını Allahu Subhânehu'nun kitabında ve Resulü [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in sünnetinde okuyoruz… Ancak bugün bizler içerisinde yaşadığımız ülkedeki eşler arasında hatta davet taşıyıcısı olan eşler arasında bile büyük anlaşmazlıkların olduğuna şahit olmaktayız. Mesela oturacakları evin yerini seçmede, kocanın ebeveynine karşı muamelede veya kadının ebeveyni ile olan ilişkisinde veya kocasının akrabalarını ziyarette… kocanın akrabalarının ölüm (gibi kaçınılmaz bir durum) olduğunda anlaşmazlık yaşamaktalar… Böylece şu karının hakkı veya bu kocasının hakkı, şu karıya vacip veya bu kocasına vacip gibi eşler arasındaki tartışma sürüp gitmektedir… Her biri şeri hükümlere göre kendisinin haklı olduğunu zannederek kendi görüşüne sımsıkı sarılarak ondan vazgeçmemektedir… Bu durumda eşlere özellikle de davet taşıyıcılarındansa onlara söylenecek bir söz var mıdır?
|
|
[2010-09-28] :: Soru-1: Müslüman bir avukatın, servetinin bir kısmını yada tamamını köpek bakım kurumu veya gece kulübü gibi bazıları garip olan yada haram olması muhtemel kurumlara vasiyet eden gayrimüslim bir müşterinin vasiyetini İngiliz kanununa göre yazması caiz midir? Soru-2: Birçok neşriyatlarımızda ve kitaplarımızda ister ayni isterse (altın ve gümüş) destekli kağıt para olsun para hususunda onun altın ve gümüş olacağını zikrettik. Zira Şeyh Abdülkadîm Zellum [Rahimehullah]'ın el-Emvâl kitabında aynı mevzu hakkında şöyle geçmiştir: "Devlet; altın, gümüş ve temel para birimi altın olduğu sürece uygun olan herhangi başka bir madeni kullanabilir." O halde devlet, altın ve gümüşün yanı sıra platin yada elmas ve benzerleri gibi değerli maden (karşılığı olan) destekli parayı kullanabilir mi?
|
|
[2010-09-27] :: Soru-1: Müslüman Türklerin, Filistin'i ve Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmek için Türkiye'deki Yahudi varlığı "İsrail" elçiliğinden seyahat vizesi alması caiz midir? Soru-2: On yaşına ulaşmamış çocuğa vurmanın haram olması sadece okul ile mi sınırlıdır yoksa ebeveyni ve ev eğitimini de kapsar mı?
|
|
[2010-09-21] :: Ben resim çizimi ile ilgili bir meslekte çalışıyorum ve bu sırada aşağıdaki işleri yapmaya maruz kalıyorum: * Resimleri düzenleme ve düzeltme, (yani göz rengini veya yüzün bazı özelliklerini değiştirme gibi kırışıklıkları gidermek) * Gerçeğe benzer insan ve hayvan resmi çizmek * Baskıda hazırlanan suret ve resimleri kullanmak * Kendi resmimi kullanmak yerine başka tasarımcıların suretlerini veya resimlerini veya logolarını kullanmak * İnsan veya hayvan sembolleri çizmek; ("yaya geçidi" veya "yangın merdiveni" veya "köpeklerle gezinti yasaktır" gibi yol levhaları) * İnsan veya hayvan vücudu parçaları çizmek; (tokalaşma görüntüsü veya işaret parmağı veya at başı… saç gibi) * Gerçeğe benzemeyen insan ve hayvan resmi çizmek; (karikatür gibi) * Aslen gerçekte var olmayan hayali masal karakterleri çizmek Bu işlerin şeri hükmünün açıklanmasını rica ediyorum. Allah sizleri mübarek kılsın.
|
|
[2010-08-10] :: Soru-1: İşgal altındaki Müslüman beldelerde tıbbi klinik açılması. Soru-2: Fiili harbi devletlerle ticari ilişki kurulması.
|
|
[2010-06-07] :: Dikkat çekici bir şekilde ortaya çıkıp çoğalan ve bazen kooperatif veya tekafül (dayanışma) veya İslami sigorta şirketleri diye de adlandırılan şirketlerin şeri hükmü nedir? Bilindiği üzere bu şirketlerin sahipleri ve bunun reklamını yapanlar; bunun haram olan ticari şirketlerden farklı olduğunu, çünkü bunun şirkete ödedikleri primler karşılığında birisinin başına bir kaza geldiğinde Müslümanların birbirlerine yardımcı olma çerçevesinde kendi aralarındaki bir yardımlaşmadan ibaret olduğunu söylemektedirler. Ayrıca bu bağlamda Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in, konuyla ilgili olarak ek bahiste açıklandığı üzere yardımlaşmalarından dolayı Eşarileri övdüğü hadisi zikretmektedirler.
|
|
[2010-05-29] :: Tefkîr kitabında şu metin geçmektedir: “Buradan da fikrî metnin anlaşılması için sabık malumatların yanı sıra şu üç şart koşulur. Birincisi: Sabık malumatların, anlaşılması istenilen fikrin seviyesinde olması. İkincisi: Vakıasının sınırlandırılıp başkasından ayırt edilerek olduğu gibi idrak edilmesi. Üçüncüsü: Bu vakıanın, hakkında gerçek görüntü veren sahih bir tasavvurla tasavvur edilmesi.” Burada vakıanın tasavvur edilmesi ile idrak edilmesi arasında ne gibi bir farkın olduğunu örneklerle açıklayabilir misiniz?
|
|
[2010-05-05] :: Soru-1: İktisat Nizamı kitabının 96. sayfasında şu ibare geçmektedir; Ebu Yusuf, Harac kitabında Saîd İbn-u el-Museyyeb’den Ömer İbn-u el-Hattab’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: وليس لمحتجر حق بعد ثلاث سنين“Muhtecirin (araziye sınır çeken kimsenin) üç seneden sonra(arazi üzerinde) bir hakkı yoktur.” Müşrif halakada, Ömer’in bu sözünün üzerinde sahabenin icmâsının gerçekleşmiş olmasından dolayı şeri delil olduğu, dolayısıyla ister satın alma ister miras ister hibe isterse de herhangi başka meşru bir sebep yoluyla olsun bir araziyi mülk edinen kimsenin bu araziyi kullanabileceğini ve üç yıl işletmediği taktirde ise arazinin bu kişiden alınacağı değerlendirmesinde bulundu. Burada şebabın biri şunları sordu: 1- Delalet bakımından Ömer’in sözüne, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in hadisine muamele edildiği gibi muamele edilir mi? 2- Sahabenin hiç birisinin karşı çıkmamasından dolayı Ömer’in sözüne şeri delil olarak itibar edilir mi? Yani bu, Ömer’in sözü üzerinde sahabenin icmâsı hasıl olduğu anlamına mı gelmektedir? Burada konu hakkında kesin bir cevap yoktur. Dolayısıyla bunun hakkındaki cevabı rica ediyor size şükran ve taktirlerimizi sunuyoruz. Soru-2: Şahsiye kitabının üçüncü cüzünün: - 471. sayfasının aşağıdan 9. satırında: “…İllet mesabesinde bir manayı içermektedir.” - 476. sayfasının 8. satırında: “…Sanki onun ondaki sübutu illet mesabesi manasındadır.” - 482. sayfasının 6. satırında: “…Sanki o bir illettir.” - 483. sayfasının 13. satırında: “…Sanki o bir illettir. Dolayısıyla o, bir illet mesabesindedir.” ifadeleri geçmiştir. Bizler biliyoruz ki illetin delilleri şu dördüdür: “Sarih, delalet, istinbat ve kıyas.” O halde illet mesabesinde olan şey bu dördünün dışında mıdır? Yoksa illet, sadece sarih illet olup bunun dışındakiler illet mesabesinde midir? Şu halde “illet mesabesindedir” ifadesini açıklamanızı rica ediyorum. Allah sizi ve sizinle birlikte olanları mübarek kılsın.
|
|
[2010-04-27] :: İktisad Nizamı kitabının 106. sayfasında kıymet ve fiyat hakkında geçenleri açıklamanızı rica ediyorum: Kıymet şu şekilde tarif edildi: “Herhangi bir malın kıymeti; az bulunma faktörü göz önüne alınarak onda var olan menfaat miktarıdır.” Birkaç satır sonra şöyle ekleniyor: “Bu kıymet ise malın gerçek kıymetidir.” Ve şöyle devam ediyor: “Fakat malın fiili değeri, o malın başka bir eşya veya para ile olan bedel miktarı ile takdir edilir.” Oysa bedelin miktarı fiyattır kıymet değildir. Burada malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmektedir. Ancak fiili değeri zikredildikten sonra şöyle deniliyor: “Malın bu değeri, bu şekilde zaman, mekan ve şartların değişimiyle değişmez, sabit kalır.” Sanki burada da malın gerçek kıymeti ile fiili değerinin arası ayırt edilmemektedir. O halde bu nasıl izah edilir? Bu sorunun bir yönüdür. Diğer yönüne gelince; verilen örnek şudur: “vasfı belirtilmiş muayyen bir dolap”… “kıymetinin de elli dinar olduğunu” Buradaki dinar şeri dinar mıdır ki kıymet sabit olsun? Yoksa kağıt dinar mıdır ki bu durumda kıymet nasıl sabit olacak? Ayrıca akit sırasında dolabın kıymeti veya fiyatı belirtildiği sırada bu örneğin daha geniş şekilde açıklanmasını rica ediyorum.
|
|
[2010-04-26] :: Soru-1: İslam Şahsiyeti kitabının birinci cildinin 407. sayfasının ikinci paragrafında Sahîh Hadis’in tarifi konusunda şöyle geçmiştir: “’Udul ve zapt sahibi birisinin yine kendisi gibi birisinden muttasıl bir senedle’ ifadesi ile, sahih hadis mürsel, münkatı ve mu’dal gibi, sahih hadis çeşitlerinden sayılmayan mürsel, münkatı ve mu’dal’dan korunmuş ve ayırt edilmiş olmaktadır. Çünkü mürsel hadis, tabiinin sahabeyi zikretmeden doğrudan doğruya Nebi [SallAllahu Aleyhi Sellem]’den rivayette bulunmasıdır. Münkatı ise; senedinin bir yerinde veya birkaç yerinde ravilerden birinin düştüğü hadise denir. Mu’dal; bir veya birkaç yerinde iki ravinin düşmesidir. “Mürsel, münkatı ve mu’dal’ın tamamının senedinde kopukluk olduğu için sahih hadis kapsamından çıkarılmıştır.” Bu ise aynı kitabın 414 ila 415. sayfalarında mürselin alınmasının sübut bulmasıyla çelişmektedir. O halde bu nasıl izah edilir? Şükranlarımızı iletiriz. Soru-2: Şahsiye kitabının 342. sayfasında şu ifade geçmektedir: “Sahabi olduğu bilindiği sürece”: Senedden düştüğü halde onun sahabi olduğu nasıl bilinmektedir? Senedinde ravinin düştüğü her mürseldeki ravinin sahabi olduğunu nasıl takdir edeceğiz? Zannı galiple (en azından bazılarının durumunda) onların Nebi [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in hadislerini sahabilerden işittiklerinin nefyedilmesine rağmen tabiinin sahabeden yaptığı rivayetlerin hepsini nasıl kabul edebiliriz? Ayrıca “tabiinin küçüğü ile büyüğü arasında eşitliğin olduğu meşhurdur” söylemi “senedde kopukluğun veya mu’dallığın bulunması sebebiyle” onların mürsellerinin tamamını reddeden kimseler nezdinde doğrudur. Tabiinin yaşça küçük olanlarının en azından bazılarının durumu gördüğümüz gibi ortada olduğu halde bu söylem bizim nezdimizde nasıl sahih olabilir? Soru-3: Herhangi bir fırka veya mezhebe davet eden bidatçinin rivayetlerinin tamamını niçin reddettik? Oysa ravinin kabulünde veya kabul edilmemesinde esas olan adalet ve zapttır. Dolayısıyla herhangi bir fırka veya mezhebe davetin bu ikisi ile ne alakası var? Ayrıca Şahsiye kitabının birinci cüzünün 401. sayfasının ikinci paragrafında şöyle denmektedir: “Çünkü herhangi bir mezhebe ve guruba çağırmak caiz değildir. Ancak İslam’a çağırıyor ve delillerini ortaya koyarak benimsediği görüşlerini açıklıyorsa rivayeti kabul edilir. Zira bu durumda İslam’a çağırıyor sayılır. Böyle bir kimse rivayetinden dolayı kınanmaz.” Bu da şu soruları ön plana çıkarmaktadır: -İslam’a davet etmek ile herhangi bir fırka veya mezhebe davet etmek arasında ne fark vardır? -“İster Şii ister Harici ister Mutezile olsun” kendi görüşlerine davet eden bir kimse kendisinin İslam’ın sahih anlayışını temsil ettiğine inanmıyor mu? -Mezhepten maksat nedir?
|
|
[2010-04-22] :: İçtimai Nizam, Mukaddime, Hizb-ut Tahrir Mefhumları ve Hilafet Devleti’nin Cihazları kitaplarının içeriğine ilişkin bazı fikri cevaplar.
|
|
[2010-04-14] :: Ömer İbn-u el-Hattab [RadıyAllahu Anh] ne zaman Müslüman oldu?
|
|
[2010-03-16] :: Bizlerin ve başkalarının bazı hitaplarında Mescid-i Aksa hakkında “Harameyn-iş Şerifeyn’in [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi] üçüncüsü” ifadesinin kullanıldığını mülahaza ettim. Oysa Mescid-i Aksa şeri hükümler açısından Harameyn-iş Şerifeyn’den [Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’den] farklıdır. O halde bu ifadenin kullanılması caiz midir?
|
|
[2010-03-14] :: 1. Biri İslam Devleti kitabının 67. sayfasının ikinci paragrafı ve diğeri Maliye kitabının 37. sayfasının birinci paragrafı olmak üzere Abdullah İbn-u Cahş [RadıyAllahu Anh]’ın seriyesi hakkında farklı iki rivayet geçmiştir: İslam Devleti kitabındaki birinci rivayette şöyle zikredilmiştir: “… Bedir Gazvesi’nin başlangıcı olan Abdullah İbn-u Cahş seriyesi… Bu seriyenin hikayesi şöyledir ki Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], hicretin ikinci senesinin Receb ayında Abdullah İbn-u Cahş ve beraberinde bir gurup muhaciri gönderdi…” Maliye kitabındaki ikinci rivayette ise şöyle zikredilmiştir: “…Abdullah İbn-u Cahş seriyesinin ganimetidir. Bu ganimet, hicretin ikinci senesinin Cumâde’l Âhira ayında elde ettiği insan ve ticari eşya ile yüklü olan Kureyş’in bazı develeriydi…” Yani bir rivayette Receb diğer rivayette Cumâde’l Âhira ayında geçmektedir. Bu ihtilaf nasıl izah edilir? 2. Aynı şekilde İslam Devleti kitabının 120. sayfasının ilk paragrafında şöyle geçmiştir: “Müslümanlar Mute’den döndüklerinde onlardan pek çok kişi öldürülmüştü…” Bu nasıl olur? Oysa bazı rivayetlerde şehitlerin on iki kişi olduğunu okudum. Bunu açıklayabilir misiniz? Allah sizleri hayırla mükafatlandırsın.
|
|
[2010-01-03] :: Tekstil sektöründe, ruhu olan varlıkların resimlerinin çizildiği/nakşedildiği bir bölüm vardır. Şöyle ki resimler bilgisayarda hazırlanmasının/çizilmesinin ardından elbise üzerine dikilmesi/çizilmesi için özel bir tekstil makinesine yerleştirilmekte ve bu gibi elbiselerin ihracatı ve ithalatı yapılmaktadır. 1. Bilindiği üzere resimlerin bilgisayar üzerinde hazırlanması/çizimi kalem ile değil bilgisayar faresi yoluyla olmaktadır. O halde bir Müslümanın (ruhu olan varlıkların) bu resimlerini bilgisayar üzerinde hazırlaması ve elbiseye işlemesi amacıyla tekstil makinesine yerleştirmesi caiz midir? Ruhu olan varlıkların bilgisayar yoluyla çizilen resimlerinin CD üzerinde hazır satın alınması ve tekstil makinesinde kullanılması caiz midir? 2. Makinenin, renkler veya iplikler yoluyla elbiselerin üzerine otomatik olarak çizmesi/nakşetmesi için ruhu olan varlıkların resimlerini içeren CD’nin konulduğu tekstil makinesinde çalışmak bir Müslümana caiz midir? Yani makineyi yönlendirerek resimleri işlememektedir bilakis görevi bunları elbiseye otomatik işleyen makinenin çalışmasını takip etmektir. 3. İslami Şahsiyet kitabının ikinci cildinde, merkum (resimli) elbisenin, yani üzerinde ruhu olan varlık resminin olduğu elbisenin giyilmesinin caiz olduğu geçmektedir. O halde üzerinde ruhu olan varlık resmi olan bu elbise ile mescide girmek ve onunla salat (namaz) kılmak caiz midir?
|