HİZB-UT TAHRİR KÜLTÜRÜNDEN

 

İÇİNDEKİLER:

1- HİZB-UT TAHRİR KÜLTÜRÜNDEN

2- HİZB-UT TAHRİR'İN KURULUŞU

3- HİZB-UT TAHRİR'İN GAYESİ VE İŞİ

4- FİKRÎ ÇATIŞMA VE SİYASİ MÜCADELE

5- HİZB-UT TAHRİR’İN FİKİRLERİNİN KAYNAĞI

6- HİZB-UT TAHRİR’İN KİTAPLARI

7- İSLÂM EVRENSELDİR

8- İSLÂM, AKİDE VE ŞERİAT/HUKUKSAL DÜZENDİR

9- İSLÂM İLE YÖNETMENİN GEREĞİ

10- İSLÂM DEVLETİ’NİN GEREKLİLİĞİ

11- BUGÜN HİLÂFET’İN KURULMASI İÇİN ÇALIŞMAK HER MÜSLÜMANA FARZDIR

12- HAYIRLI ÜMMET

13- MÜSLÜMANLARIN KAFİRLERİN HEGEMONYASI ALTINDA BULUNMALARI HARAMDIR

14- MÜSLÜMANLARIN BİR TEK DEVLETTE BİRLEŞMELERİ FARZDIR

15- RASUL (S.A.V) İSLÂM DEVLETİ’NİN İLK BAŞKANIYDI

16- İSLÂM AKİDESİ DEVLETİN TEMEL ESASINI OLUŞTURUR

17- ANAYASA VE KANUNLARIN İSLÂM’A UYGUN OLMASI FARZDIR

18- DEVLETTE İSLÂM’A AYKIRI BİR KANUNUN VARLIĞINA İZİN VERİLMEZ

19- DEVLET İŞLERİNİN TAMAMI ŞERİAT İLE TANZİM EDİLMELİDİR

20- İSLÂM, AKİDE VE NİZAMDIR DEVLET DE UYGULAMANIN METODUDUR

21- İSLÂM’DA YÖNETİM NİZAMI ŞEKLİ

22- İSLÂM’DA YÖNETİM ŞEKLİ KRALLIK DEĞİLDİR

23- İSLÂM’IN YÖNETİM ŞEKLİ CUMHURİYET DEĞİLDİR

24- İSLÂM YÖNETİM SİSTEMİ FEDERATİF DEĞİLDİR

25- İSLÂM’DA DEVLETİN KUTSALLIĞI (MASUMİYETİ) YOKTUR

26- İSLÂM’DA YÖNETİMİN ESASLARI

27- İSLÂM’DA EGEMENLİK ŞERİATA AİTTİR

28- OTORİTE ÜMMETE AİTTİR

29- AKİDE

30- İSLÂM AKİDESİ

31- AKİDENİN DELİLİ

32- AKİDELER ANCAK YAKİNDEN DELİLDEN ALINIRLAR

33- AKİTLERİN ANCAK YAKİNDEN/KESİNLİKTEN ALINMASININ MANASI

34- YARATICI ALLAH’A İMAN HAKKINDAKİ AKLİ DELİL

35- YARATICI ALLAH’A İMAN HAKKINDA NAKLİ DELİL

36- YARATICI ALLAH EZELİDİR HİÇ BİR ŞEY O’NUN GİBİ DEĞİLDİR

37- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH‘A İMAN FITRÎDİR

38- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH’A İMAN AKLİ VE FITRÎDİR

39- ALLAH’IN ZATINI İDRAKTEN ACİZ OLUŞ

40- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH’A İMANIN ETKİSİ

41- İNSANLARIN RASULLERE İHTİYACI

42- RASULLERE İMANIN DELİL

43- RASULLERE VE EFENDİMİZ MUHAMMED (S.A.V)’İN PEYGAMBERLİĞİNE İMANIN MANASI

44- SEMAVİ KİTAPLARA İMANIN DELİLİ

45- KUR’AN-I KERİM’E VE SEMAVİ KİTAPLARA İMANIN MANASI

46- MELEKLERE İMAN’IN DELİLİ

47- MELEKLERE İMANIN MANASI

48- AHİRET GÜNÜNE İMANIN DELİLİ

49- AHİRET GÜNÜNE İMANIN TESİRİ

50- KAZA VE KADERE İMAN

51- KAZA VE KADERE İMAN TESİRİ

52- VAHİY ŞERİATINA İMAN

53- VAHİY ŞERİATINA İMANIN MANASI

54- İSLÂM’IN TAMAMINA İMANIN MANASI

55- Kadınların İslami Elbiseler Giymesi, Şeriat’a Göre Farzdır

56- Umumi Liderlik, Hususi Liderlikten Önce Gelir

57- Kabilecilik, Yardımcıdan Çok Katledicidir

58- İslam Namusu Korur, Batı İse Ona Tecavüz Eder

59- Fetihler Rahmet, Sömürgecilik Cezadır

60- Amerikan Saldırılarının Uzun Vadeli Amaçları

 

 

1- HİZB-UT TAHRİR KÜLTÜRÜNDEN

 

Bu, Hizb-ut  Tahrir’in, İslâmî kültürden benimsemiş olduğu ya da yayınlamış olduğu Hizb-ut  Tahrir kültüründen bir fikirler dizisidir. Bu fikirler dizisi, İslâm akidesini ve ondan kaynaklanan hususları ya da onun üzerine inşa olunan fikirleri, görüşleri ve hükümleri kapsamaktadır. Bu fikir, görüş ve hükümler ya insanın yaratıcısı ile ya nefsi ile ya da beşerden bir başkası ile alakasına dairdir. Aynı zamanda bunlar; devlet ile, ondaki yönetim nizamı ve şekli ile, uygulayacağı hükümler ile alakasına, devletin tebayla, diğer devlet ve halklarla alakasına dairdir. Ya da erkek-kadın ilişkisiyle ilgili ictimai nizamla alakalıdır.

 

Bu kısa fikirler dizisi, Hizb-ut  Tahrir’in benimsemiş olduğu fikirler, görüşler ve hükümlerden oluşmaktadır. –Ki bunlar uygulanmaya ve tatbike uygun pratik fikirler, görüşler ve hükümlerdir. Daha önce takriben 13 asır İslâm Hilâfet Devleti’nde uygulanmış olan fikir, görüş ve hükümlerdir.- Biz bunları bilinçlenmeleri, idrak etmeleri ve onları Raşidî Hilâfet Devleti’nde tatbik ve uygulama konumuna tekrar koymamız maksadı ile bizimle beraber taşımaları için sürekli olarak müslümanlara taşımaktayız.

 

İçindekilere Dön

 

 

2- HİZB-UT TAHRİR'İN KURULUŞU

 

Bu fikirleri müslümanlara taşıyan Hizb-ut  Tahrir siyasî bir partidir. İdeolojisi İslâm’dır. Siyaset ise işidir. İslâm ideolojisidir. O, ümmetin İslâm’ı kendisi için dava edinmesini sağlamak, İslâm’ı ve bütün hükümlerini uygulama ve tatbik konumuna getirmesi için Hilâfet’in tekrar kurulmasına yönlendirmek için ümmet arasında ve ümmetle beraber çalışmaktadır.

 

Hizb-ut  Tahrir’in kuruluşu, Allahu Teâla’nın şu sözüne icabeten olmuştur: وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنْكَرِ وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ “İçinizden hayra davet eden, marufu emr edip münkerden nehyeden bir ümmet (kitle-parti) olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran: 104)

 

Hizb-ut  Tahrir; içine düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden ümmeti kalkındırmak, küfür fikirleri, nizamları ve hükümlerinden, kafir devletlerin hegemonyası ve tasallutlarından kurtarmak ve Allah’ın indirdiği ile yönetimin tekrar gelmesi için Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için çalışmak gayesi ile kurulmuştur.

 

İçindekilere Dön

 

 

 

3- HİZB-UT TAHRİR'İN GAYESİ VE İŞİ

 

Hizb-ut  Tahrir’in gayesi, İslâmî hayatı tekrar başlatmak ve İslâm davetini aleme taşımaktır. Bu gaye, müslümanları bir İslâm ülkesinde (Dâr-ül İslâm’da) ve bir İslâmî toplumda İslâmî bir hayata tekrar döndürmektir. Bu hayatta ve toplumda, hayatın bütün işleri şer'î hükümlere göre yürütülür, Hilâfet Devleti olan bir İslâmî devletin gölgesinde bakış açısı helal ve haram olur. Hilâfet Devleti’nde müslümanlar, kendilerini Allah’ın Kitabı ve Rasul’ün Sünneti ile yönetmeleri ve İslâm’ı bütün aleme nur, hidayet risaleti/mesajı olarak taşıması için dinlemek ve itaat etmek üzere bir halifeye biat ederler.

 

Hizb-ut  Tahrir’in işi, fasid/bozuk toplum vakıasını değiştirmek ve İslâmî bir topluma dönüştürmek için siyasî yolla İslâm davetini yüklenmektir/taşımaktır. Toplumun değişimini de onda var olan fikirleri değiştirip İslâmî fikirleri yerleştirmek, onda var olan duyguları Allah’ın razı olduğundan razı olunan, Allah’ın gazablandığından gazablanıp kızgınlık gösterilen bir hale gelecek şekilde İslâmî duygulara dönüştürerek, onda mevcut olan ilişkileri İslâmî hükümler ve çözümlere göre seyreden İslâmî ilişkilere dönüştürerek yapmak istemektedir.

 

İçindekilere Dön

 

 

4- FİKRÎ ÇATIŞMA VE SİYASİ MÜCADELE

 

Hizb-ut Tahrir’in yapmakta olduğu işler siyasî işlerdir. Bunların en göze çarpanı, ümmeti potasında İslâm’la eritip şekillendirmek, fasid/bozuk akidelerden/inançlardan, yanlış fikirlerden, çarpık mefhumlardan ve küfür fikirleri ve görüşlerin tesirinden kurtarmak için İslâm kültürü ile kültürlendirmektir.


Aynı şekilde bu siyasî işlerden göze çarpan bir başkası ise, fikrî çatışma ve siyasî mücadeledir. Fikrî çatışma, küfür fikirleri ve nizamlarıyla çatışmada ortaya çıkmaktadır. Aynı zamanda yanlış fikirler ve fasid/bozuk inançlar ve çarpık mefhumlarla çatışmada, bunların bozukluklarını, yanlışlarını haklarında İslâm’ın hükmünü açıklayarak ortaya çıkarmakta barizleşmektedir.

 


İçindekilere Dön

 

5- HİZB-UT TAHRİR’İN FİKİRLERİNİN KAYNAĞI

 

Hizb-ut Tahrir’in üzerine kurulduğu fikir, ümmetin özümseyerek kendisine dava edinmesi gereken İslâm’dır. Bu da İslâm akidesi ve bundan kaynaklanan hükümler ve fikirlerdir.

Hizb-ut Tahrir, bu bağlamda İslâm’ı hayatın tüm alanlarında (toplumsal, siyasal, ekonomik...) belirleyici tek güç olarak somutlaştırmaya çalışırken bir siyasi parti olarak bu fikirler dizisinden kendisine gereken ölçüde yararlanmaktadır.
 

İçindekilere Dön

 

 

6- HİZB-UT TAHRİR’İN KİTAPLARI

 

Hizb-ut  Tahrir’in benimsemiş olduğu fikirler, hükümler ve görüşler yalnızca İslâm’dan kaynaklanan fikirler, hükümler ve görüşlerdir. Onlarda İslâmî olmayan bir şey yoktur. İslâmî olmayan herhangi bir şeyin etkisi de yoktur.

 

Partinin benimsemiş olduğu fikirler dizisi aşağıdaki kitaplarda geçtiği gibidir:

1-      İslâm Nizamı                                     

2-      Hizbî Kitleleşme                              

3-      Hizb-ut  Tahrir Mefhumları           

4-      İslâm’da Yönetim Nizamı                

5-      İslâm’da Ekonomi Nizamı               

6-      İslâm’da İctimai Nizam                    

7-      İslâm Devleti                                   

8-      Hilâfet Devleti’nde Maliye 

9-      İslâm Şahsiyeti (3 cilt)

10-    Hilâfet

11-    Hizb-ut  Tahrir’e ait Siyasî Mefhumlar

12-    Hizb-ut  Tahrir’e ait Siyasî Bakışlar

13-    Anayasa Tasarısı ve Gerekçesi

14-    Hizb-ut  Tahrir’den Müslümanlara Sıcak Bir Çağrı

15-    Demokrasi Küfür Sistemidir

16-    Hizb-ut  Tahrir (Broşür)

 

Hizb-ut  Tahrir aşağıdaki kitapları da yayınlamıştır:

1-     Hilâfet Nasıl Yıkıldı

2-     Cezalar sistemi                    

3-     Beyyineler Hükümleri

4-     Marksist Sosyalizmi Eleştiri

5-     Düşünme      

6-     Hızlı Düşünüp Karar Verme

7-     İslâmî Fikir

8-     Medenî Kanunu Eleştiri

9-     İdeal Ekonomi Siyaseti

10-   Ümmetin Misakı

11-   Gençlere Bilgiler

 

Aynı şekilde parti, fikrî ve siyasî binlerce bildiri, muhtıra ve broşür yayınlamıştır.

 

İçindekilere Dön

 

 

7- İSLÂM EVRENSELDİR

 

Muhammed (s.a.v) ’in tebliğ ettiği İslâm, tüm insanlara yönelik bir mesajdır. Irk, cinsiyet ve kültür farkı gözetmeksizin İslâm mesajı tüm insanlara ulaştırılmalıdır. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmuştur: وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلا كَافَّةً لِلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا “Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe: 28)

 

İslâm; ırkları, cinsiyetleri, kültürleri, dilleri ne kadar farklı olursa olsun kendi ilkeleri etrafında bütünleşenleri bir tek ümmet yapar. Bu ümmet bir tek Rabbe kulluk eder, bir tek kıbleye yönelir. Bu ümmet üyelerinin sosyal, ekonomik ve ırksal konumlarını bir üstünlük aracı yapmaz. Eşraftan birinin sıradan birine, beyazın siyaha Arab’ın Arap olmayana takvadan başka bir üstünlüğü yoktur.

 

İslâm, Allah’ın kulları için indirdiği mesajların sonuncusudur. İslâm, kendisinden önce indirilmiş olan yahudilik, hıristiyanlık ve diğer mesajların tümünü hükümsüz kılmıştır. Nitekim Allah (c.c) , daha önce gelen mesajlara tabi olanlara dinlerini terk etmelerini ve İslâm’a iman etmelerini emretmiştir. Allah (c.c)  şöyle buyurmaktadır: وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الإسْلامِ دِينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنْ الْخَاسِرِينَ “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecektir ve o Ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmran: 85)


İçindekilere Dön

 

 

8- İSLÂM, AKİDE VE ŞERİAT/HUKUKSAL DÜZENDİR

 

İslâm, akide (inançlar bütünü) ve hukuksal düzenden (şeriattan) müteşekkildir. Akide; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resüllerine, Ahiret gününe, hayrı ve şerri Allah’ın yarattığına imandır.

 

Şeriat (hukuksal düzen) ise; insanların bu dünyadaki işleri ile ilgili problemleri çözümlemek için emredilen hukuki hükümlerdir. Bu hükümler, Allah’ın kullarına Kendisine gereğince ibadet etme şekillerini, kulların uyacağı ahlaki ilkeleri, bireysel yaşamlarında ölçü alacakları haram ve helalleri içermektedir. Aynı şekilde insanları yaşamlarına ait devlet, yönetim, otorite, devletin iç ve dış siyaseti, mülkiyet, servet, toplumsal üretim, gelirin dağıtımı ve benzeri konularla ilişkili çözümleri içermektedir.

 

İçindekilere Dön

 

 

9- İSLÂM İLE YÖNETMENİN GEREĞİ

 

Allah’ın İslâm’ı, insanlığın bütün problemlerine çözüm üretecek bir nitelikte; aklî akide üzerine kurulu bir ideoloji olarak yapılandırmasından dolayı, İslâm kendisinden önceki yahudilik, hıristiyanlık ve diğer inanışlardan farklıdır. Nitekim Allah, müslümanlara hayatlarının bütününde İslâmî hükümleri egemen kılmalarını emretmiştir. İslâm dışı hükümlerle yönetilmeyi ve bunlarla yönetmek isteyen birini iktidara veya hakem konumuna getirmeyi haram kılmıştır. Eğer bir kişi, İslâm’dan başka bir ideolojiyi İslâm’dan daha üstün olduğuna inanmadan uygularsa kıyamet günü azaba müstahak olur, günahkardır. Şayet o kişi İslâm’dan daha üstün olduğuna inanarak böylesi bir uygulamada bulunursa o zaman kafir olur. Allah (c.c)  şöyle buyuruyor: وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ “Kim Allah’ın indirdiği ile yönetmezse, işte o kimseler kafirdirler.” (Maide: 44)

 

İçindekilere Dön

 

 

10- İSLÂM DEVLETİ’NİN GEREKLİLİĞİ

 

Allah’ın indirdiği ile hayatın bütün işlerinin tanzimi bir devlet otoritesi olmaksızın imkansızdır. İslâm, devlet aracını (aygıtını) kendi hükümlerinin uygulanması için zorunlu bir metot olarak görür. Nitekim Rasul (s.a.v)  Mekke’den, Medine’ye hicret ettiği andan itibaren devlet kurmaya çalışmıştır. Devlet kurulduktan sonra da teşrî ayetleri (toplumsal, siyasal ve ekonomik alana ait hükümler) ard arda inmeye başlamıştır. Rasul (s.a.v)  de inen bu hükümleri hemen tatbikata geçiriyordu. Allah (c.c)  şöyle buyuruyor: الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمْ الإسْلامَ دِينًا “Bugün size dininizi ikmal ettim/kemale erdirdim. Üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’dan razı oldum.” (Maide: 3)

 

Rasul (s.a.v)  bu anlamda Rabbinin mesajını insanlara tebliğ eden ve aldığı emirleri bir devlet başkanı olarak tatbik eden biriydi.

 

Rasul (s.a.v) ’in ölümünden sonra, Raşidî Hilâfet Devleti kuruldu. Bu devlette, halifeler Allah’ın indirdiği yasaları eksiksiz tatbik ettiler. Daha sonra kurulan İslâm devletleri bu görevi devam ettirmeye çalıştılar. Ta ki 1. Dünya Savaşı’nın sonunda kafir İngiltere Devleti’nin emrindeki yahudi asıllı kafir ve İngiliz ajanı M. Kemal’in önderliğinde İslâm Devleti’nin yıkılmasına kadar devam etti.

 
İçindekilere Dön

 

 

 

11- BUGÜN HİLÂFET’İN KURULMASI İÇİN ÇALIŞMAK HER MÜSLÜMANA FARZDIR

 

İslâmî Hilâfet Devleti’nin 1924’de yıkılmasından buyana İslâm’ın hükümleri devlet ve toplum katından silinip atılmıştır. Allah’ın indirdiğinden başkası ile yönetilmek ve bu durum karşısında sessiz kalmak haram olduğundan yeryüzündeki tüm müslümanlar günahkardırlar ve Allah’ın cezasına müstahaktırlar. Bu durumdan ancak Hilâfet’in kurulması yolunda ve Allah’ın indirdiği ile yönetilmenin gerçekleştirilmesi yolunda çalışanlar istisna edilir.


İçindekilere Dön

 

 

12- HAYIRLI ÜMMET

 

 

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz insanlar için ortaya çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Allah’a iman ederek marufu emreder ve münkerden nehy edersiniz.” (Âl-i İmran: 110)

 

İslâm ümmetinin hayırlılığı, Allah’a inanması, İslâm hükümlerine bağlı olması, marufu emredip münker olanı yok etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.

 

Yaşadığımız çağda, münkerin en büyüğü küfür sistemlerinin hakimiyeti (siyasi, ekonomik ve askeri hegemonyası) altında yaşıyor olmamızdır.


İçindekilere Dön

 

 

13- MÜSLÜMANLARIN KAFİRLERİN HEGEMONYASI ALTINDA BULUNMALARI HARAMDIR

 

İslâm ümmeti, kendi kararlarını kendisi alan, karar alma sürecinde zamanı, mekanı ve benzeri koşulları tümüyle kendisi belirleyen egemen bir güçtür. İslâm ümmeti, yeryüzünde 13 asra yakın bir zaman diliminde devletlerarası güç ilişkilerinde duruma hakim, başat güç olarak dünya siyasetini belirlemişti.

 

Bugün, Hilâfet Devleti’in yıkılışını fırsat bilen azgın kafirler ümmetin siyasi, ekonomik, askeri konumlardaki karar mekanizmalarını ele geçirdiler. Halbuki Allah (c.c)  müslümanlara bu gibi bağımlılık ilişkilerini ve boyunduruk altında yaşamayı haram kılmıştır, şöyle demiştir:  وَلَنْ يَجْعَلَ اللَّهُ لِلْكَافِرِينَ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ سَبِيلاً “Allah kafirler için mü’minler üzerinde asla bir yol kılmaz.” (Nisa: 141)

İçindekilere Dön

 

 

14- MÜSLÜMANLARIN BİR TEK DEVLETTE BİRLEŞMELERİ FARZDIR

 

İslâm ümmeti, tek bir ümmettir. Allah (c.c)  bu ümmeti Muhammed’in (s.a.v)  nübüvveti ile ve evrensel İslâm mesajı ile şereflendirmiştir. Allah, bu ümmetin bireylerini İslâm akidesi ile birbirine bağlı kardeşler olarak nitelemektedir. Allah (c.c)  buyuruyor ki: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ “Ancak mü’minler kardeştirler.” (Hucurat: 10)

 

Mü’minler bir tek halifenin iktidarında yani tek bir Hilâfet Devleti’nin varlığında (otoritesinde) yaşamlarını sürdürmelidirler. Rasulullah (s.a.v)  buyuruyor ki: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الآخَرَ مِنْهُمَا “İki halifeye (aynı anda) biat edilirse, onlardan sonuncusunu öldürün.” (Müslim, K. İmarat, 3444)

 

Yine müslümanlar çeşitli devletlere parçalanmış olarak yaşamamalıdırlar. Rasulullah (s.a.v)  buyuruyor ki: مَنْ أَتَاكُمْ وَأَمْرُكُمْ جَمِيعٌ عَلَى رَجُلٍ وَاحِدٍ يُرِيدُ أَنْ يَشُقَّ عَصَاكُمْ أَوْ يُفَرِّقَ جَمَاعَتَكُمْ فَاقْتُلُوهُ “Siz yönetim işinde bir adam üzerinde birleşmiş iken, birisi gelip sizin asanızı kırmak ya da cemaatınızı parçalamak isterse onu öldürün.” (Müslim, K. İmarat, 3443)


İçindekilere Dön

 

 

15- RASUL (S.A.V) İSLÂM DEVLETİ’NİN İLK BAŞKANIYDI

 

 

İlk İslâm Devleti, Rasul (s.a.v) ’in Medine’ye hicretinden sonra kurmuş olduğu devlettir. Bu devletin ilk başkanı olarak o, insanların problemlerini Allah’ın kendisine indirmiş olduğu İslâm’ın hükümleri ile çözüyordu. Yine o, İslâm Devleti aracılığı ile İslâm mesajını alemlere bir nur olarak taşıyordu. Bu anlayış günümüzde Amerika, İngiltere, Fransa v.b. gibi ülkelerin sömürü ve yağmalama amaçlı olarak yaptıkları eylemlere hiçbir şekilde benzememektedir.

 

Rasul (s.a.v) ’den sonra Raşid Halifeler, müslümanları Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti ile yönetecekleri koşulu ile İslâm Devleti’nin başkanlığını teslim aldılar. Tarihte İslâm Devleti’ne Raşidî Hilâfet Devleti de denildi. Hilâfet, İslâm’daki yönetim şeklinin adıdır. Halifelere, İmam ve Emire’l-mü’minin de denilir.

 

İslâm Devleti, İslâm’ın hükümlerini uygulamak, İslâm mesajını en etkin bir biçimde yaymak için gerekli bir siyasi organizasyondur. İslâm, devlet denilen aracı kendisinin yürürlükte kalabilmesi ve yeryüzünde hakim güç olabilmesi için zorunlu bir metot olarak görür. İslâm Devleti, İslâm’ın hayat alanında var oluşunun teminatı, desteği ve koruyucusudur. Devletsiz, İslâm bir ideoloji ve hayatı düzenleyen kurallar bütünü olma vasfını kaybetmeye başlar. Geride sadece ruhsal ve ahlaki alana yönelik sıfatı kalır.


İçindekilere Dön

 

 

16- İSLÂM AKİDESİ DEVLETİN TEMEL ESASINI OLUŞTURUR

 

Rasul (s.a.v) , Medine’de devleti kurduğunda, yasama ile ilgili ayetler yoktu, bu ayetler daha sonra indiler. Dolayısıyla devletin kuruluşunda esas alınan ilkeler o ana kadar inmiş olan akideye dair ayetler olmuştur. En başta Kelime-i Şehadet, أن لا اله إلا الله وأن محمد رسول الله (Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed Allah’ın Rasulü’dür) müslümanların kendi aralarındaki ve diğer insanlarla olan ilişkilerinde temel düzenleyici ilke yapılmıştı.

 

İslâm müslümanlara, devletin İslâm akidesi dışına çıktığında yani açık küfür ortaya çıktığında yönetime karşı silahlı mücadeleyi emretmiştir. Nitekim Rasul (s.a.v) ’e, “Zalim yöneticilere karşı kılıçla mücadele edelim mi?” diye sorulduğunda o dedi ki: لا، ما أقاموا الصلاة “Hayır, namazı ikame ettikleri sürece.” Yani İslâm ile yönettikleri sürece demektir. Ubade b. Sabit’ten biat hakkında şöyle dediği rivayet olunmuştur: وَأَنْ لا نُنَازِعَ الآمْرَ أَهْلَهُ قَالَ إِلا أَنْ تَرَوْا كُفْرًا بَوَاحًا عِنْدَكُمْ مِنَ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ “Ehli ile yönetim hususunda mücadele etmeyeceğimize…” Dedi ki: Yanınızda Allah katında hakkında bir burhan ile açık küfür görmeniz müstesna.” (Müslim, K. İmarat, 3427)


İçindekilere Dön

 

 

17- ANAYASA VE KANUNLARIN İSLÂM’A UYGUN OLMASI FARZDIR

 

İslâm akidesinin, İslâm Devleti’nin temel esasını oluşturmasının farziyetinden dolayı anayasa ve diğer yasaların da Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’ne uygun olması farzdır. Nitekim Allah (c.c)  yöneticiye Allah’ın Rasulü’ne indirdiği ile yönetmesini emretmiştir. Allah (c.c)  şöyle buyurmaktadır: فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ “Hayır, Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan ihtilafta seni hakem kılmadıkça… iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65) وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ “Allah’ın indirdiği ile yönetmeyenler, işte onlar kafirlerdir.” (Maide: 44) وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ “Allah’ın indirdiği ile yönetmeyenler, işte onlar zalimlerdir.” (Maide: 45) وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ Allah’ın indirdiği ile yönetmeyenler, işte onlar fasıklardır.”(Maide: 47)


İçindekilere Dön

 

 

 

18- DEVLETTE İSLÂM’A AYKIRI BİR KANUNUN VARLIĞINA İZİN VERİLMEZ

 

İslâm akidesinin devletin temel esasını oluşturuyor oluşu devletin temel görevleri, kurumsal yapısı ve tanımı konularında Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’ne aykırı bir durumun olmamasını gerektirir. Zira, İslâm akidesini ismen devletin esası yapmak yeterli değildir. Bu nedenle devletin tanımında, herhangi bir demokrasiye ya da milliyetçilik kavramının çağrıştırdığı fikirlerin varlığına yer yoktur. Çünkü bunlar İslâm hükümleri ile çelişmektedirler.


İçindekilere Dön

 

 

19- DEVLET İŞLERİNİN TAMAMI ŞERİAT İLE TANZİM EDİLMELİDİR

 

İslâm, insanların hem Allah ile ilişkilerini hem kendi nefisleriyle ilişkilerini hem de diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenlemek için geldiğinden insanların devletin amaç ve ilkelerine dair keyfi tanımlar ve kanunlar yapmaları İslâm’a aykırıdır. Allah (c.c)  şöyle demektedir: وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا “Rasul size ne verdi ise onu alın. Sizi neden nehy etti ise ondan kaçının.” (Haşr: 7) مَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ “Allah ve Rasulü bir hususta hüküm verdiği zaman mü’min erkek ve kadın için o işte seçenekleri yoktur.” (Ahzab: 36)

 

Ancak devletin işlerinin tanzimi noktasında halife, idare hukuku alanına giren konularda Ömer b. Hattab’ın divanların tanziminde yaptığı gibi dış kaynaklı kanunlardan bazılarını benimseyebilir. Bu konular Allah’ın beşere hüküm koymada serbestiyet tanıdığı alanlardır.


İçindekilere Dön

 

 

20- İSLÂM, AKİDE VE NİZAMDIR DEVLET DE UYGULAMANIN METODUDUR

 

İslâm; devlet, toplum ve hayat için bir ideoloji olması itibarı ile Devleti ve yönetimi kendisinden bir cüz kılmaktadır. Müslümanlara devlet ve yönetimi kurmalarını ve İslâm’ın hükümleri ile yönetmelerini emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yönetim ve otorite hakkında, Allah’ın indirdiği ile yönetmeyi müslümanlara emreden onlarca ayet indirilmiştir. Aynı şekilde siyasî, ekonomik, askerî, suçlar ve cezalar ile ve fertler arası ilişkilerle alakalı hükümleri içeren yüzlerce ayet inmiştir. Ayrıca bununla ilgili bir çok hadis vardır. Bunların hepsi de kendisi ile yönetilmeleri, tatbik edilmeleri ve uygulanmaları için indirilmiştir. Nitekim bunlar, Rasul (s.a.v) , raşid halifeler ve onlardan sonra gelen müslümanların yöneticileri zamanlarında bilfiil tatbik edilmiştir. Bu ise, İslâm’ın yönetim, devlet, toplum ve hayat için bir nizam olduğunu gösterir.

 

İslâm, hükümlerini uygulayan bir devlette canlı olarak var olmadıkça, hayatta da canlı olarak varlık gösteremez. Zira İslâm, akide/inanç ve nizamdır. Yönetim ve devlet ise ondan bir cüzdür. Devlet, İslâm’ın hükümlerini genel hayatta tatbik etmek ve uygulamak için koymuş olduğu tek şer'î metoddur. Her durumda kendisini tatbik eden bir devleti olmaksızın İslâm canlı bir varlık gösteremez. İslâm’ın devleti, beşeri siyasî bir devlettir, teokratik ruhani bir devlet değildir. Devletin bir kutsiyeti başkanının da masumiyet sıfatı yoktur.


İçindekilere Dön

 

 

21- İSLÂM’DA YÖNETİM NİZAMI ŞEKLİ

 

İslâm’da yönetim nizamı; devletin, şeklini, sıfatını, kurallarını, temellerini, organlarını ve üzerine kurulduğu esası, gereğince işleri güttüğü fikirleri, kavramları ve ölçüleri, uyguladığı anayasa ve kanunları açıklayan nizamdır.

 

İslâm’da yönetim nizamı, kendisine has seçkin bir devletin, kendisine has seçkin bir nizamdır. Dünyada mevcud olan bütün nizamlardan tamamen farklıdır. Bu farklılık; devletin üzerine kurulduğu esas bakımından, gereğince işleri güttüğü fikirler, kavramlar ve ölçüler bakımından, kendisi ile temsil olduğu şekiller bakımından, uyguladığı anayasa ve kanunlar bakımındandır.

 

İslâm’da yönetim şekli, Hilâfet nizamıdır. Bu nizamda müslümanlar aralarında Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti ile yönetmek şartı ile dinlemek ve itaat etmek üzere kendiler için bir halifeye biat ederler. Bu nizam, devletin ve Hilâfet’in vahdeti/birliği üzerine kuruludur. Zira, müslümanlara yeryüzünde aynı zaman diliminde, birden fazla devletlerinin ya da halifelerinin olması caiz değildir. Çünkü bir halife var iken ikinci bir halifeye biat edilince, birinci halifeye biat edesiye kadar ikincisi ile savaşılır ya da ikincisi öldürülür. Rasul (s.a.v)  şöyle demiştir: إِذَا بُويِعَ لِخَلِيفَتَيْنِ فَاقْتُلُوا الآخَرَ مِنْهُمَا “İki halifeye biat edilirse onlardan ikincisini öldürün.” (Müslim, K. İmarat, 3444)


İçindekilere Dön

 

 

22- İSLÂM’DA YÖNETİM ŞEKLİ KRALLIK DEĞİLDİR

 

Krallık ya da monarşilik yönetim biçimlerinde iktidar babadan oğula veraset yoluyla geçer. İslâm’da ise veraset yoluyla yönetim ve iktidar devri söz konusu değildir. İslâm’da yönetimi, iktidarı müslümanlar seçim ve rıza ile kendisine halife denilecek kişiye biat ederek verirler.

Krallıklarda, kral kendisini dokunulmaz ve kanunların üstünde bir konuma koyan özel haklara, imtiyazlara sahiptir. O yöneten değil sahip olan birisi olduğundan, ülkesinin sınırları içinde heva ve heveslerine göre tasarrufta bulunur. Halbuki İslâm yönetiminde halife ya da imam herhangi bir özel hak ve ayrıcalığa sahip değildir. O, yönetim ve otoritede ümmetin vekili olarak bütün davranışlarında, kararlarında, şeriatın hükümleri ile kayıtlıdır.


İçindekilere Dön

 

 

23- İSLÂM’IN YÖNETİM ŞEKLİ CUMHURİYET DEĞİLDİR

 

Cumhuriyet yönetiminin temelinde demokrasi düşüncesi yatmaktadır. Demokrasi ise, dini siyasal ve kamusal alandan tecrit etme düşüncesi (laiklik) üzerine kurulu bir küfür sistemidir. Bu sistemde egemenlik halka ait olduğundan halk kanun koyucu konumundadır.

 

Halbuki İslâmî yönetimin temel ilkeleri İslâm akidesi ve “şeriat” kanunları üzerine kurulur. İslâm’da egemenlik şeriata aittir. Bu sistemde  halife veya ümmet, yasama/kanun koyma hakkına sahip değildirler. Kanun koyucu Allah’tır. Halife, ancak Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’nden anayasa ve kanunlar için hükümler çıkarır. Dolayısıyla, “İslâm’ın yönetim şekli cumhuriyettir” ya da “İslâm Cumhuriyeti” gibi ifadeler kullanmak kesinlikle caiz değildir.


İçindekilere Dön

 

 

24- İSLÂM YÖNETİM SİSTEMİ FEDERATİF DEĞİLDİR

 

Federatif sistemde, bölgeler özerk yönetsel birimlere ayrılmış olup her birim, özel kanunlara ve bağımsızlığa sahip küçük devletler olarak tek bir devlet durumunda birleşmişlerdir. İslâm yönetim sistemi ise, birlik ve teklik esasına dayanır. Devleti tektir, halifesi tektir, ordusu, ekonomisi, maliyesi, iç ve dış siyaseti tektir.

 

İslâmî sistem yönetsel erkin kullanılması bağlamında merkeziyetçi bir sistemdir. Devletin bütün organlarında (yerel yönetimler, taşra teşkilatları) en yüksek otorite olarak merkeze bağlıdırlar. Ancak idari işler bağlamında İslâm yönetimi merkeziyetçi değildir.


İçindekilere Dön

 

 

25- İSLÂM’DA DEVLETİN KUTSALLIĞI (MASUMİYETİ) YOKTUR

 

Hilâfet Devleti, beşeri bir devlettir, teokratik bir devlet değildir. Devletin başı olan halife bir beşer olarak hata yapabilir, gaflete, yalana, zulme isyana v.b. duruma düşmesi mümkündür. Çünkü o Allah tarafından gönderilmiş/görevlendirilmiş bir rasül değil, insanlar tarafından görevlendirilmiş bir kişidir. Nitekim Rasul (s.a.v) ’in halifelerin ve imamların bu gibi durumlara düşebileceğini haber veren sözleri vardır.


İçindekilere Dön

 

 

26- İSLÂM’DA YÖNETİMİN ESASLARI

 

İslâm’da yönetim sistemi dört esas üzerine kuruludur:

 

1-      Egemenlik ümmete değil, şeriata aittir.

2-      Otorite ümmete aittir.

3-      Bir tek halifenin iktidarı meşrudur.

4-      Yeni olgular hakkındaki hukuksal çıkarımları (içtihatları) benimseme hakkı halifeye aittir.

 

Bu esaslar, Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti’nden çıkartılmıştır.


İçindekilere Dön

 

 

27- İSLÂM’DA EGEMENLİK ŞERİATA AİTTİR

 

Egemenlik; belli bir iradeyi uygulamak ve yürütmektir. Birey kendisi iradesini uygular ve yürütürse egemenlik kendisine aittir. Ümmet kendi iradesini uygular ve yürütürse egemenlik kendisine ait olur.

 

Ancak İslâm’a göre egemenlik şeriata aittir. Çünkü bireyin ve ümmetin iradesini oluşturan ve biçimlendiren Allah’ın emir ve nehiyleri olduğundan egemenlik bunların toplamından oluşan şeriata aittir. Allah (c.c)  şöyle buyurmaktadır: إِنْ الْحُكْمُ إِلا لِلَّهِ “Hüküm ancak Allah’ındır.” (Yusuf: 40) فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ “Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan ihtilafta seni hakem kılmadıkça … iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65) يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الآمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Rasulüne ve sizden olan yönetim sahiplerine itaat edin. Eğer bir şey hakkında çekişirseniz, Allah’a ve Ahiret gününe inanıyorsanız onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün.” (Nisa: 59)

 

Allah ve Rasulü’ne götürmenin manası, şeriatın hükmüne götürmektir. Ümmette ve fertte hakim olan, ümmet ve ferdin iradesini yürüten sadece şer'î hükümdür. Bundan dolayı egemenlik şeriata aittir.


İçindekilere Dön

 

 

28- OTORİTE ÜMMETE AİTTİR

 

Bu ilke, şeriatın bir gereği olarak halifenin ümmet tarafından görevlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Halifenin sahip olacağı otorite, ümmete ait olan otoritenin seçim ve biatla devredilmesinin bir sonucudur. Bu durumu Rasul (s.a.v) ’in şu sözü ortaya koymaktadır:

 

.... وَرَجُلٌ بَايَعَ إِمَامًا لا يُبَايِعُهُ إِلا لِدُنْيَاهُ إِنْ أَعْطَاهُ مَا يُرِيدُ وَفَى لَهُ وَإِلا لَمْ يَفِ لَهُ “…(Birisi de) bir imama sadece dünyası için biat edip imam ona istediğini verirse kendisine vefalı olan, vermezse vefalı olmayan kimsedir.” (Buhari, K. Ahkam, 6672)

 

Ubade b. Samid, biat hadisinde şöyle dediği rivayet olunur: بَايَعْنَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي الْعُسْرِ وَالْيُسْرِ وَالْمَنْشَطِ وَالْمَكْرَهِ “…Resülullah (s.a.v) ’e zor ve kolaylıkta, hoş ve kerih durumlarda dinleyip itaat etmek üzere biat ettik.” (Müslim, K. İmarat, 3426)

 

Buradan da anlaşılacağı gibi halifenin yönetici olarak görevlendirilmesi müslümanların kendisine biatlarıyla olmaktadır. Bu, raşid halifelerin de uyguladığı bir husustur. Yine bu konuda Rasul (s.a.v) ’den şu sözler zikredilebilir: وَمَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ “Kim bir imama biat edip onunla tokalaşır ve kalbinin semeresini verirse ona gücü yettiğince itaat etsin…” (Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirin min’es-Sahabe, 6503)

 

مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ “Kim itaattan elini çekerse, Kıyamet günü Allah’ın huzuruna kendisi için bir delil olmaksızın çıkar.” (Müslim, K. İmarat, 3441)


İçindekilere Dön

 

 

29- AKİDE

 

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ “Siz insanlar için ortaya çıkartılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Allah’a iman ederek marufu emreder ve münkerden nehy edersiniz.” (Âl-i İmran: 110)

 

İslâm ümmetinin hayırlılığı, Allah’a inanması, İslâm hükümlerine bağlı olması, marufu emredip münker olanı yok etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır.

 

Yaşadığımız çağda, münkerin en büyüğü küfür sistemlerinin hakimiyeti (siyasi, ekonomik ve askeri hegemonyası) altında yaşıyor olmamızdır.


İçindekilere Dön

 

 

30- İSLÂM AKİDESİ

 

İslâm akidesi; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, Ahiret gününe, kaza ve kaderin hayır ve şerlerinin Allah’tan olduğuna imandır. Allahu Teâla şöyle dedi: إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا “Gerçek mü’minler ancak Allah’a ve Rasulü’ne iman eden sonra da asla şüpheye düşmeyen ... kimselerdir.” (Hucurat: 15) الم (1) ذَلِكَ الْكِتَابُ لا رَيْبَ فِيهِ “Elif, Lâm, Mim. Kendisinde hiçbir şekilde şüphe olmayan o Kitap...” (Bakara: 1-2)

 

Rasulullah (s.a.v)  de şöyle dedi: أَشْهَدُ أَنْ لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ وَأَنِّي رَسُولُ اللَّهِ لا يَلْقَى اللَّهَ بِهِمَا عَبْدٌ غَيْرَ شَاكٍّ فِيهِمَا إِلا دَخَلَ الْجَنَّةَ “Şahitlik ederim ki, Allah’tan başka ilah yoktur. Ben de Allah’ın Rasulüyüm. Bunda şüpheye düşmeyen kulu Allah ancak cennete koyar.” (Müslim, K. İman, 39)

 

Ebu Hureyre’den rivayet edilen uzun bir hadiste Rasul (s.a.v)  şöyle demiştir: فَمَنْ لَقِيتَ مِنْ وَرَاءِ هَذَا الْحَائِطِ يَشْهَدُ أَنْ لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ مُسْتَيْقِنًا بِهَا قَلْبُهُ فَبَشِّرْهُ بِالْجَنَّةِ “Bu bostanın arkasında kimi canı gönülden inanarak Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederken bulursan, ona cenneti müjdele.” (Müslim, K. İman, 46)


İçindekilere Dön

 

 

31- AKİDENİN DELİLİ

 

Akideyi tasdik, vakıaya uygun bir delil olmadıkça kesin olmaz. Herhangi bir akidenin doğruluğuna dair delil, şu üç yoldan birisi ile sabit olmadıkça kesin tasdike götürmez. 1- Bir şeyin zatını hissederek varlığına kesin karar veren akıl. 2- Bir şeyin eserini hissederek varlığına kesin karar veren akıl. 3- Kesin nakil yoluyla bir şeyin varlığına kesin karar veren akıl.

 

Nitekim İslâm akidesine ispatta bu üç delili kullanmıştır. Kur’an, kendisine iman için gösterilmesi istenilen mevzunun/konunun vakıasına/gerçeğine göre delili kullanmıştır. Eğer mevzuu zatı ya da eseri hissedilen bir gerçek ise, delili akli olur. Eğer hislerin idrak etmediği hususlardan ise delili nakli olur. Nakli delilin itikat ifade etmesi için aslının akılla ispat edilmesi gerekir. İşte böylece görüyoruz ki İslâm, beşer tabiatına uygun bir şekilde akidesini ispat etmiştir. Hıristiyanlık dininde olduğu gibi kör teslimiyete ya da kapitalizmde olduğu gibi orta yollu çözüme dayanmamıştır.


İçindekilere Dön

 

 

32- AKİDELER/İNANÇLAR ANCAK YAKİNDEN/KESİN DELİLDEN ALINIRLAR

 

Akide konusu, vakıasının varlığını tasdik ve fikrin idraki ile alakalıdır. Akide konusunun vakıası ne kadar az da olsa şek ve şüpheyi kabul etmez, bilakis kesinlik ister. Allah haktır, Melekler haktır, Rasuller haktır, Ahiret Günü haktır, Kaza ve Kader haktır... Bütün bunlarda, ister akli ister nakli olsun kesin delil ile ispatlanmasını şart koşar. Bundan dolayı kesin hükümlerinde akıl, kesin ayetleriyle Kur’an ve kesin mütevatir hadisler, yakini/kesinliği oluştururlar ve kendileriyle iman ispatlanır. Allahu Teâla şöyle dedi: فَاعْلَمْ أَنَّهُ لا إِلَهَ إِلا اللَّهُ “Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.” (Muhammed: 19)

 

Burada ilim/bilgi yakin manasındadır. Bir başka ayette Allahu Teâla şöyle dedi: أَفِي اللَّهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأرْضِ “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüphe mi var?” (İbrahim: 10)

 

Allahu Teâla akitleri/inançları zandan almayı zemmetmektedir/kınamaktadır. Şöyle demektedir: وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ شَيْئًا “Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan haktan bir şeyin yerini tutmaz.” (Yunus: 36)


İçindekilere Dön

 

 

33- AKİTLERİN ANCAK YAKİNDEN/KESİNLİKTEN ALINMASININ MANASI

 

Madem ki İslâm akidesi, müslümanların hayattaki bütün tasavvurlarını, mefhumlarını ve tasarruflarını/davranışlarını üzerine bina ettiği/dayandırdığı esastır. O halde İslâm onu şüpheden uzak kesin bir şekilde alınmasını ve burhanının/delilinin doğru ve muteber olmasını farz kılmıştır. Çünkü esası olmayan şey yıkılır. Ne kadar az da olsa esasında noksanlık, çatlaklık olan şey zayıftır. İslâm gibi göklere doğru uzayıp giden yüksek bir bünye/yapının esas olmaksızın ya da zayıf bir esas üzerine sabit olması mümkün değildir. İslâm ağacı gibi temiz/iyi bir ağaç içine şüphe ve zan kurdu girdiğinde meyvesini vermez. Zan üzerine bina olunan (zanna dayanan) bir hususa kalp bağlanmaz. Onun detayları hakkında bağlılık oluşmaz. Şeytan müslümanı sorumluluklarını yerine getirmekten alıkoymak, sabit zorunluluklardan vazgeçirmek için onun tarafından girer. Hevası kendisine tabi olunan, şehvetleri kendisine itaat edilen olup inancının emirleri terk edilir, nehiyleri işlenir. O inancın sahibi doğru yoldan sapar, yollar çoğalır ve İslâm’ı kaybeder.


İçindekilere Dön

 

 

34- YARATICI ALLAH’A İMAN HAKKINDAKİ AKLİ DELİL

 

Şüphesiz ki, aklı olan herkes, sadece hissettiği şeylerin varlığından, onları yaratan bir yaratıcının varlığını idrak eder. Çünkü noksan, aciz ve bir başkasına muhtaç oluşları onların hepsinde müşahede edilen/görülen bir husustur. O halde onlar kesinlikle yaratılmışlardır. Onun için kainat, insan ve hayatta herhangi bir şeye yönelip bakılması, düzen sahibi bir yaratıcının varlığı sonucunu çıkarmaya yeterlidir. Zira kainattaki yıldızlardan herhangi bir yıldıza bakmak, hayatın görüntülerinden herhangi bir görüntü hakkında düşünmek, insanda herhangi yönü idrak etmek muhakkak ki yaratıcının varlığına kesin bir delaletle delalet eder. Yaratıcının varlığı, yarattıklarından idrak edilir. Bu mahluklar, kendilerinin; Eşsiz benzersiz bir tek, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, hikmet sahibi, yoktan var eden, kudret sahibi, kuvvet sahibi, hayat sahibi, kayyum olan bir yaratıcısı olduğuna delalet eden eserlerdir.


İçindekilere Dön

 

 

35- YARATICI ALLAH’A İMAN HAKKINDA NAKLİ DELİL

 

Kur’an-ı Kerim insanları, kendileriyle delil getirmek ve düzen sahibi Yaratıcı Allah’ın varlığını kesin bir şekilde idrak etmek için kendi nefislerinden, etrafındaki eşyalardan her husus ve eşya ile alakalı hususlar hakkında düşünmeye davet etmiştir. Kur’an bu daveti ile akidesini ispat hususunda insan aklını tatmin eden hususla ve Allah’a imanın akıl ve delilden kaynaklanan köklü bir iman olmasını sağlayan husus ile beraber seyretmektedir. Nitekim bu hususta yüzlerce ayet gelmiştir. Şu ayetler gibi:

 

وَفِي أَنفُسِكُمْ أَفَلا تُبْصِرُونَ “Kendi nefislerinizde ibretler vardır. Görmüyor musunuz?” (Zariyat: 21)

 

أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمْ السَّمَاءُ بَنَاهَا “Yaratma bakımından acaba sizce, yeniden sizi diriltmek mi daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı?” (Nazi’at: 27)  وَتَرَى الأرْضَ هَامِدَةً فَإِذَا أَنزَلْنَا عَلَيْهَا الْمَاءَ اهْتَزَّتْ وَرَبَتْ وَأَنْبَتَتْ مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ “Sen yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün. Fakat üzerine yağmur indirdiğimizde o kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten iç açıcı bitkiler verir.” (Hacc: 5)

 

Kur’an-ı Kerim’i bu şekilde insanın bakışlarını Kur’an ayetlerine ve Allah’ın yarattıkları olan kevni ayetlere yönelttiğini, yaratıcı Allah’ın varlığına imanda aklı hakem kıldığını görmekteyiz. Vakıaya mutabık olduğu için kesin tasdiki oluşturan da budur.


İçindekilere Dön

 

 

36- YARATICI ALLAH EZELİDİR HİÇ BİR ŞEY O’NUN GİBİ DEĞİLDİR

 

Varlıklar içindeki her varlığın vakıası, onların kesinlikle yoktan yaratılmış olmalarına ve kesinlikle bir yaratıcılarının olduklarına delalet etmektedir. Haksi halde nasıl var oldular? Bu yaratıcının varlığının, başlangıcı ve sonu olmayan ezeli olması kaçınılmazdır. Aksi halde diğer mahluklar gibi kendisini yaratana ihtiyaç duyan bir mahluk/yaratılmış olurdu. Şüphesiz ki, zatı itibarı ile ezeli olanın sıfatlarında da kâmil olması kaçınılmazdır. Çünkü değişken sıfatlar yoktan var edilmiş mahluklara gereklidir. Sabit güzel sıfatlar da ezeli zata gereklidir. Böylelikle varlık alemindeki her varlık kendisinin zatında ezeli, sıfatlarında kâmil ve hiçbir şeyin kendisine benzemediği bir yaratıcısının olduğuna işaret etmektedir. Allahu Teâla şöyle demiştir: قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ (1) اللَّهُ الصَّمَد ُ(2) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ “De ki o Allah birdir. Allah Sameddir. (Hiçbir şeye muhtaç değil, her şey kendisine muhtaç olandır.) O, doğurmamış ve doğrulmamıştır.” (İhlas: 1-4)


İçindekilere Dön

 

 

37- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH‘A İMAN FITRÎDİR

 

Dindarlık, insanda köklü doğal bir içgüdüdür. İnsanla beraber yaratılmış ve onun oluşmasından koparılması mümkün olmayan bir cüz olmuştur. Onun için, Allahu Teâla’nın yarattığı günden beri insanın dindar olduğunu görürüz. Zira güneşe, aya, ateşe, putlara ve Allah’a tapınmışlardır. Dindarlık, insanın kendi görüşüne göre kim olduğuna bakmaksızın düzen koyan bir yaratıcıya ihtiyacı hisseden dahili bir şuurdur/algılamadır. Dindarlık, en son sınırındaki kalbi saygı olan kutsama şeklinde tezahür eder. Kutsanan şahıs yücelik ve en güzel sıfatlarla vasıflandırılmadıkça kutsama gerçekleşmiş olmaz. İnsan, varlığı, hayat seyri ve geleceği gibi konularla alakalı kendi kendisine sorduğu fıtrî sorulara cevap bulmakta aciz olunca onun bu aciziyeti onu kendisine saklı kalan hususları ondan öğrenmek, ona kulluk yapmak ve onu kutsamak için düzen sahibi yaratıcıya sığınmaya iter. Rasul (s.a.v) ’in bir hadisi şöyledir: كُلُّ مَوْلُودٍ يُولَدُ عَلَى الْفِطْرَةِ  “Her doğan fıtrat üzeri doğar.” (Buhari, K. Cinaiz, 1296) Yani kâmil sıfatlarla vasıflandırdığı kimseye iman fıtratı üzere doğar. O kemal sıfatlarla vasıflandırdığı kimse ise ancak düzen koyan yaratıcı Allah’tır.


İçindekilere Dön

 

 

38- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH’A İMAN AKLİ VE FITRÎDİR

 

Doğrudur. Her insanda düzen koyan yaratıcı Allah’a iman fıtrîdir ve bu vicdan yoluyla gelir. Ancak vicdan yolu sonuç itibarı ile güvenilir değildir. Vicdan yolu, tek başına terk edilirse sahih imana götürmez. Allah’tan başkasına kulluklar işte onun sonucudur. Bunun için İslâm, insanın Allah’tan başkasına kulluk yapmaması veya insanı küfre götüren Allah’a yakışmayan sıfatları O’na vermemesi için vicdanı iman için yol alarak tek başına terk etmemiştir. Onun için İslâm, müslümana vicdanla beraber aklı kullanmayı, Allahu Teâla’ya imanda aklı hakem kılmayı farz kılmıştır ve taklitten nehyetmiştir. İnsanın aklı ve fıtratı ikisi beraber her insanın imanını fesattan arındırması ve sıhhatini ölçmesi için kullanması gereken ölçülerdir. Aklın kanaat getirdiği ve fıtrata uyan şeye iman sahih olur. Aksi halde sahih olmaz. Onun için sadece İslâm için, akıl ve fıtrat dini denilir.


İçindekilere Dön

 

 

39- ALLAH’IN ZATINI İDRAKTEN ACİZ OLUŞ

 

İnsan, düzen koyucu yaratıcı Allah’a imana ulaşmak için aklını kullanmasının gerekliliğine rağmen, insan aklı ne kadar üstün olursa olsun sınırlıdır ve Allah’ın zatını idrake yeterli değildir. Onun için istenilen, Allah’ın varlığına imandır. O’nun varlığı, mahlukatın/yaratıkların varlığından idrak edilir. Bu yaratıkları insan idrak ettiğinde onların yaratıcısının varlığını da idrak eder, o yaratıcı Allah’tır. Onun için yaratıcının varlığını idrak aklidir, ancak yaratıcının zatını idrak akli değildir. Zira aklın yetersizliğinden dolayı yaratıcının zatını idrak etmesi imkansızdır. Çünkü, yaratıcının zatını, duyularla hissedilebilenlerin dairesi içinde değildir. Akıl ancak hissedilebilenler dairesi içinde olanları hissi idrakle idrak edilebilir. Aklın bu yetersizliği, imanı güçlendiren hususlardandır. Çünkü bu durum, Allah’ın zatının sınırsızlığı karşısında insanın sınırlılığı açığa çıkarmaktadır. Onun için Allah’ın zatı hakkında akli araştırma yapmak abesle iştigaldir. Allahu Teâla şöyle demiştir: لا تُدْرِكُهُ الأبْصَارُ “Gözler onu idrak etmez.” (En’am: 103) لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَيْءٌ “Onun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura: 11)


İçindekilere Dön

 

 

40- DÜZEN KOYAN YARATICI ALLAH’A İMANIN ETKİSİ

 

Müslüman, yaratıcı Allah’a iman ederken O’na bütün sıfatları ile iman eder. Kalbi ve aklı o sıfatlarla meşgul olur. Müslüman Allah’ın yaratıklarını ve o yaratıkları tanzim eden kanunları düşünürken Allah’a olan imanı ve sevgisi artar. Zira yaratıcı Hayyun Kayyumdur. Kendisini ne uyku yakalar ne de uyuklama. Her şey O’nun emri ile, kudretiyle ayakta durur ve hikmeti gereği davranır. O, her şeyi en iyi bilendir, göklerde ve yerde zerre kadar olsa da hiçbir şey O’nun bilgisinden uzak kalamaz. O, güçlüdür, metindir. Kulları üzerinde kahirdir/karşı konulmazdır. İradesi baskındır. Nimeti öne geçendir. Tedbirinde latiftir/zariftir. Yaratma nizamı O’nun vahdetine/eşsizliğine delalet eder. Tekdir. Sameddir/ebedidir. Hiç bir şey O’nun benzeri değildir. Hiçbir kimse O’nun isteği olmaksızın O’nun ilminden bir şeye vakıf olamaz.


Müslüman, Allah’ın yaratıklarından ayetlerini ve indirmiş olduğu ayetlerini derinlemesine ve kapsamlı düşündüğünde ve onların yaratıcı Allah ile bağlantısını kurduğunda geçilmez bir sevgiyle O’nu sever. Öyle bir sevgidir ki en üst dereceye ulaşan bir sevgi olur. Bu durum, o müslümanda Allah’a kulluk, O’na itaatkarlık, şanını yüceltmek, emrine boyun eğmek, sorumluluk şerefini yapmak, ameli en güzel şekilde yapmaya hırs göstermek şeklinde yansır. Evet müslüman, her şeyin, kudret sahibi zengin yaratıcısının elinde olduğunu, Allah’ın emrine/işine galip olduğunu, O’nun tek başına hak olduğunu bildiğinde, rızkı, şerefi ve nusreti sadece Allah’tan ister, diler, istikamette hırs gösterir ve emanet yükünü taşır.


İçindekilere Dön

 

 

41- İNSANLARIN RASULLERE İHTİYACI

 

İnsan, yaratıcı Allah’a iman edince, fıtratı/yaratılış özelliği gereği O’na kulluk etmek isteyerek bu yaratıcıya yönelir. Aksi halde huzursuz, tedirgin halde yaşar. Yaratıcıya yönelik bu fıtri yöneliş şunu ortaya çıkarır ki insan sınırlıdır. Kendisi kendi hakikatini ve yaratıcısının hakikatini, kendisini niçin yarattığını, O’na nasıl ibadet edeceğini, neden razı olduğu veya neden gadablandığını, bu hayattan sonra ne olacağını, bu hayatta nasıl seyretmesi gerektiğini, hayatını nasıl tanzim etmesi gerektiğini bilemez. Çünkü tanzim hususunda anlayışı beşer yanında tek değildir. Çünkü insanın hükümleri farklı, çelişkili, değişik ve çevresinden etkilenir bir şekilde ortaya çıkar. İnsan bir nizam/düzen olmaksızın yaşayamayacağına göre ve yaşantısının doğru olmayan bir nizam kapsamında olması onu sıkıntıya ve huzursuz bir yaşama sürüklediğine göre nizamın, yarattığını bilen yaratıcıdan olması kaçınılmazdır. Bundan dolayı, insanlara Rablerinin dinini tebliğ etmeleri/bildirmeleri için rasullere ihtiyaç ortaya çıkmaktadır.


İçindekilere Dön

 

 

42- RASULLERE İMANIN DELİL

 

Rasullere imanın delili; Efendimiz Muhammed’e (s.a.v)  iman bakımından aklidir ve diğer rasullere iman bakımından naklidir. Nitekim Efendimiz Muhammed’in (s.a.v)  nebi ve Rasul olduğu akli olarak sabit olmuştur. Buna delil ise insanlığı aciz bırakan Kur’an’dır. Efendimiz Muhammed (s.a.v) ’in Allah katından Kur’an’ı getiren olduğu tevatür yolla sabit olduğuna göre, bu durum, Muhammed’in Allah katından gönderilen nebi ve Rasul olduğuna dair akli delil olur.

 

Diğer nebi ve rasullerin mucizelerine gelince, onlar sona ermiştir, onların Allah katından olduğunu aklen tespit eden bir şey kalmamıştır. Fakat Kur’an’ın, Allah’tan olduğu sabittir ve onların peygamber oluşlarını bize nakletmiştir. Allahu Teâla şöyle demiştir: قُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِنْ رَبِّهِمْ لا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْهُمْ وَنَحْنُ لَه مُسْلِمُونَ “Deyin ki: Allah’a, bize ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a indirdiğine, İsa’ya, Musa’ya ve rablerinden gelen nebilere verilenlere iman ettik. O nebilerden hiçbirisi arasında ayırım yapmayız. Ve biz O’na teslim olanlardanız.” (Bakara: 136)


İçindekilere Dön

 

 

43- RASULLERE VE EFENDİMİZ MUHAMMED (S.A.V)’İN PEYGAMBERLİĞİNE İMANIN MANASI

 

Muhakkak ki, düzen koyan yaratıcı Allah’a iman rasullerine imanı gerekli kılmaktadır. Zira Allahu Teâla, insanlardan müjdeleyici ve uyarıcı rasuller seçmektedir. Rasuller, Allah’ı birleme ve Allah’a kulluğa davette kardeştirler. Fakat şeriatları farklıdır. Onlar yaratıkları üzerinde Allah’ın hüccetleridir/delilleridirler. Onlar, tebliğlerinde masumdurlar. Davetlerinde doğruluklarına delâlet eden mucizelerle desteklenenlerdir. Bütün rasuller, gelip geçtiler. Onların peygamberliğine delâlet eden Kur’an’dan başka bir şey kalmadı. O Kur’an ki, Efendimiz Muhammed’in (s.a.v)  peygamberliğine ve risaletinin devamına şahitlik eden Allah’ın ebedi mucizesidir. Efendimiz Muhammed’in Allah’ın Rasulü olması, bize sadece onu örnek edinmeyi, ondan sadır olan fiillerden, sözlerden ve sükuttan her şeye tabi olmayı gerekli kılar. Çünkü o vahiy olarak itibar olunur. Efendimiz Muhammed (s.a.v)  din hususunda kendisine karşı konulmayan ve kendisinden alınan beşerden tek kişidir. Allahu Teâla şöyle demiştir: لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الآخِرَ “Sizin, Allah ve Ahiret Gününü uman kimse için Allah’ın Rasulü’nde güzel örnek vardır.” (Ahzab: 21)


İçindekilere Dön

 

 

44- SEMAVİ KİTAPLARA İMANIN DELİLİ

 

Kitaplara imanın delili; Kur’an bakımından akli, diğer semavi kitaplar bakımından naklidir. Kur’an’ın Allah’tan olduğuna ve Allah’ın kelamı olduğuna dair delile gelince; Kur’an hissedilebilir bir vakıadır/realitedir. Aklın onun Allah katından oluşunu idrak etmesi mümkündür. Nitekim yakin/kesinlik ifade eden tevatür yoluyla sabit olmuştur ki, Efendimiz Muhammed (s.a.v)  onu getirmiştir. Fasih Arapça konuşanlar ve hatipler, Kur’an Arapça olmasına rağmen onun bir benzerini ortaya koymaktan aciz kaldılar. Onu Efendimiz Muhammed (s.a.v)  de ortaya koymamıştır. Zira o da Araplardandır.

 

Kur’an’ın ancak ya Allah tarafından ya da Araplar tarafından ortaya konulabileceğine göre, Allah tarafından gönderilmiş olduğu sabittir. Diğer kitaplara gelince; Allah tarafından indirilmiş olduğu akıl ile sabit olan Kur’an, onların Allah tarafından gönderilmiş olduğuna iman edilmesi gerektiğini bize nakletmiştir. Allah (c.c)  şöyle demiştir: يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي أَنزَلَ مِنْ قَبْلُ “Ey iman edenler! Allah’a, Rasulü’ne, Rasulü’ne indirdiği Kitab’a ve ondan önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisa: 136)


İçindekilere Dön

 

 

45- KUR’AN-I KERİM’E VE SEMAVİ KİTAPLARA İMANIN MANASI

 

Allahu Teâla, hayatlarında ümmetleri için başvurulacak merci/kaynak olması için rasullerine kitaplar indirmiştir. Bu kitaplar dinin akideleri/inançları ve şeriatlarını içermektedirler. Bu kitaplar o ümmetlerin hakkında ihtilafa düştükleri hususlarda kendileri ile hükmedilsinler, Allah’ın hükmünü her hükmün üstünde kılmaları, daha önceki ümmetleri ve sapıklıklarını hatırlatmaları, daveti imanla bağlantılı bir şekilde kesintisiz tek bir silsile kılmaları için indirilmiştir. Nitekim Kur’an o kitaplardan dördünü zikretmiştir: Tevrat, İncil, Zebur, İbrahim’e indirilen sahifeler. Fakat Kur’an, aynı şekilde onların tahrif edilmiş olduklarını da zikretti. Kur’an’ın dışında tahrif edilmemiş başka kitap kalmamıştır. Mucize oluşu, herhangi bir tahrif, değiştirme, ilave ya da eksiltmeden Allah tarafından korunmuş olduğu, önünden ve ardından ona bir batılın ilişmediği aklen sabit olmuştur. O, kıyamet saatine kadar hidayeti ile beşeriyetin hidayete ermesi gerektiği tek kitaptır. Allahu Teâla şöyle dedi: وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنْ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ “Sana Kitab’ı hak ile, kendisinden önceki kitabı tasdik edici ve hükmünü kaldırıcı olarak indirdik. Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet.” (Maide: 48)


İçindekilere Dön

 

 

46- MELEKLERE İMAN’IN DELİLİ

 

Meleklere imanın delili nakli delildir. Çünkü meleklerin vakıası insanın his kapsamında değildir. Fakat madem ki Kur’an’ın Allah’ın kelamı oluşu aklen kesinlikle sabit olmuştur. O halde Kur’an’ın naklettiği hususlar kesin olarak sabit olmuştur. Çünkü o hususun aslı akıl ile sabit olmuştur. Buna binaen melekleri tasdik kesin olur. Onu inkar eden kafir sayılır. Allahu Teâla şöyle dedi: وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللَّهِ وَمَلائِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلالًا بَعِيدًا “Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, rasullerini, ve Ahiret gününü inkar ederse uzak bir sapıklıkla sapıtmış olur.” (Nisa: 136)


İçindekilere Dön

 

 

47- MELEKLERE İMANIN MANASI

 

Meleklere iman, Allah’a imanın gerektirdiklerindendir. Nitekim Kur’an, onlara imanı akidenin esaslarından olduğunu belirtmiştir. Melekler, bize gayıbtırlar. Onların hakikatini his yoluyla bilemeyiz. Onun için onları tanımayı nassların getirdiği ile sınırlandırırız. Nitekim Kur'an-ı Kerim bize onlardan rasuller seçtiğini haber vermiştir. Onlar, insanlara tebliğ etmeleri için vahyi rasullere tebliğ eden Allah’ın rasulleridirler. Kur'an; onların Allah’ın şerefli kulları, ibadete çok düşkün Allah’a yakın kulları, Arşı çevrelemiş rablerini tesbih edip takdis edenler, Allah’ın kendilerine verdiği emirlerine isyan etmeyen ve emr olundukları hususları hemen yapan kulları olduklarını bize bildirmiştir.


İçindekilere Dön

 

 

48- AHİRET GÜNÜNE İMANIN DELİLİ

 

Kıyamet günü olan Ahiret Gününe imanın delili akli değil, naklidir. Çünkü Kıyamet Gününe insanın hissi ulaşamaz. Buna bağlı olarak da akıl onu idrak edemez. Buna iman, Kur'an’dan işitme ve nakletme yolu ile gelmektedir. Fakat aslı itibarı ile akli bir imandır. Çünkü Kur'an’ın kesinlikle Allah’ın kelamı oluşu akılla tespit olunmuştur. Allahu Teâla şöyle demiştir: وَأَنَّ الَّذِينَ لا يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Ahirete iman etmeyenlere gelince onlara elim bir azap hazırlanmıştır.” (İsra: 10)

 

Cennete iman, Kendisine iman edenlere Allah’ın cennette hazırladığı değerli güzel nimetlere iman, cehenneme iman, Kendisine asi gelenlere onda hazırladığı elim azaba iman, Ahiret gününe iman kapsamındadır.


İçindekilere Dön

 

 

49- AHİRET GÜNÜNE İMANIN TESİRİ

 

Yaratıcı Allah’a iman, Ahiret gününe imanı gerektirir. Biz Allah hakkında adalet ve hikmet sahibi olarak iman eder, yaratıklarda harikalık ve mükemmellik görürsek bu bizi ceza gününün varlığı hususunda İslâm’ın belirlediğini kanaat ve hoşnutlukla almamızı ve ciddiyetle ona göre muamele yapmamızı sağlar. Zira o gün, öyle bir gündür ki dehşetinden çocukların saçı ağarır, her emzikli emzirdiği yavrusunu ihmal eder. İnsanlar onun korku ve dehşetinden sanki sarhoş gibi olurlar. Nitekim Kur'an o gününün hallerini birçok kelimelerle isimlendirmiştir. Onlardan birkaçı şudur: Hesap Günü, Karar/Hüküm Günü, En Sadık Ceza Günü, Tevhid Günü, Hüzün Günü...

 

Cennete ve Allah’ın onda hazırladığı her müslümanı kendisine ulaşmak için teşvik eden nimetlere iman Kıyamet gününe imanın kapsamındadır. Müslüman, Allah’ın cennette hazırladığı nimetler karşısında dünya nimetlerini küçük görür ve ona ulaşamazsa kendisini mahrum kabul eder. Bu durum ise onu Allah’a itaate sevk eder ve O’na isyana mani olur. Cehenneme iman da Ahirete imandır. Cehenneme ve Kur'an’ın onu kalpleri yerinden oynatan tasvirine iman, müslümanı ondan kaçmaya ve ona yaklaştıran her şeyden uzak durmaya sevk eder. Bundan dolayı Allah’a isyandan kaçınır ve O’na itaate sevk eder.


İçindekilere Dön

 

 

50- KAZA VE KADERE İMAN

 

Kaza; insanın iradesi olmaksızın, kendisinden ya da kendisi üzerine cebren vukuu bulan fiillerdir. Bu fiiller hayrı ile ve şerri ile Allah’tandır. İnsan bunlardan hesaba çekilmez. Bu fiiller mesela; fakirlik, zenginlik, sağlık ve hastalık gibi fiillerdir. Kader ise; Allah’ın eşyanın özelliklerini, insanın içgüdüler ve ihtiyaçlarını, hayatın ise görüntülerini yaratmasıdır. Bunlar aynı şekilde ister hayırda kullanılsın ister şerde kullanılsın Allah’ın yaratıklarıdır. Onun için kaza ve kader, hayır ve şerri ile birlikte Allah’tandır.

 

Ancak şeriat insanı serbest olarak yaptığı fiillerden ya da yapmaktan serbest olarak kaçındığı fiillerden hesaba çeker. Yükümlülük onların çerçevesindedir. Nitekim şeriat bu fiillerde itaate teşvik etmiş, isyanı nehyetmiştir. Ve onların neticesi olarak sevap ve günahı belirlemiştir.


İçindekilere Dön

 

 

51- KAZA VE KADERE İMAN TESİRİ

 

Kaza ve kadere imanın manası açıkça ortaya çıkınca, müslümanın kalbi, kainatta vukuu bulan her şeyin ve onun iradesi dışındaki fiillerin hepsinin kanunlar ve nizamlar çerçevesinde olduğuna iman ile dolar. Buna Allah’a imanını, O’nun güzel sıfatlarına –ki onlardan bir kısmı; ilmi, hikmeti, rahmeti, adaletidir- imanını birleştirir. Kainatta cereyan eden hususlardan kalbi mutmain olur. Başkasının faydalanıp da kendisinin mahrum olduğu nimetlerden dolayı da kendisini sıkıntıya sokmaksızın kalbi geniş olur. Zira o bilir ki; ister fakir olsun, ister zengin olsun, ister sağlıklı olsun, ister hasta olsun ne olursa olsun hayır ile beraberdir, şer de Allah’tandır.

 

Ancak serbest olduğu fiiller kapsamındaki hususlara gelince; müslüman bilir ki, Allah onu ya emretmiştir ya da nehyetmiştir. O, onu denetler ve hesaba çeker. Böylece müslüman itaati kabul eder, masiyetten kaçınır. Allah kendisini hesaba çekmeden önce o kendisini hesaba çekip denetler. Allah’ın cennetini arzulayarak O’ndan çok korkar ve cennetten daha fazlası olan O’nun rızasını kazanmak için Allah’ı çok sever.


İçindekilere Dön

 

 

52- VAHİY ŞERİATINA İMAN

 

Müslüman yaratıcı Allah’a iman ettiğinde, O’nun haberdar ve bilen, yaratıp şekil/düzen veren olduğuna, mülkünde istediği gibi tasarrufta bulunan Malikul’Mülk/Mülkün sahibi olduğuna iman etmiş olur. Doğrudur, insan Allahu Teâla’nın kendisine vermiş olduğu akıl ile yaratıkların en üstünüdür. Fakat o, sınırlıdır. İçgüdüler ve ihtiyaçlarının özünü ve hakikatini tam bilmez. O aklı ile ve fıtratı ile bilir ki, bir emrin mahlukudur. O nasıl olursa olsun yaşayan hayvan gibi değildir. Yine o bilir ki, içgüdülerinin ve ihtiyaçlarının tatmini, düzenleme ve nizama ihtiyaç duyar. Onların tatmini ve düzenlemesi yaratılış gayesi dışına çıkmaz. İnsanın gereğince seyretmesi ve zorunluluklarına bağlı kalması gerektiği bu gayeyi de Allahu Teâla’dan başkası bilemez. Allahu Teâla şöyle dedi: أَلا لَهُ الْخَلْقُ وَالأمْرُ “Dikkat edin: Yaratmak da emretmek de O’na aittir.” (Araf: 54)

 

Haktır, doğrudur. Yaratmak kime aitse, düzen koymak da ona aittir.


İçindekilere Dön

 

 

53- VAHİY ŞERİATINA İMANIN MANASI

 

İnsanın ihtiyaçlarını ve içgüdülerini Allah’ın şeriatına göre tatmin etmesi, onu hayatında mutmain/huzurlu ve mutlu olmaya ulaştırır. Çünkü onların tatmini; insana yerleşmiş dindarlık içgüdüsüne uygun, doğru, dengeli, ölçülü bir tatmin olacaktır. Şeriata güven, onu gönderene güvenden gelir. Şeriatı koyan Yaratıcı Allah olunca, insan yolunu bilir ve bu hayatta seyri ahenkli olur. Fakat, şeriatı koyan insan olunca, insanın yolları dağılır, hedefini sapıtır, ona heva ve heves tahakküm sürer, güçlüler egemen olur, haklar çiğnenir... Müslüman huzurludur. Çünkü, onun nizamı, yarattığını bilen Yaratıcıdan gelmiştir. Huzurludur. Çünkü, uğruna yaratılmış olduğu gaye doğrultusunda seyrettiğinde hayatı Yaratıcısıyla iyi alaka üzerine seyreder. Kendisi ve diğer insanlar arasında uyum oluşur. Tabiatın eşyası ile, kanunlarıyla, hayatının sünnetiyle/kanunlarıyla alakası güzelleşir/iyileşir. Böylece hayat en güzel bir şekilde olur. İnsan amelleri dünya hayatından sonrası ile uyumlu olduğunda çok daha mutmain/huzurlu olur. Zira amelleri kendisini Allah’ın rızasına ve iki dünya saadetine ulaştıran bir hususla uyum içindedir. Allah’ın kendisi için şeriat koyan olması insan için topyekün bir rahmettir.


İçindekilere Dön

 

 

54- İSLÂM’IN TAMAMINA İMANIN MANASI

 

İslâm’a iman, Allah’ın yaratıcı olduğuna imandır. İnsan, bu dünya hayatında Yaratıcısıyla yaratmak bağı ile, emir ve nehiy bağı ile bağlanır. Allahu Teâla ölümlerinden sonra insanları hesaba çekip cezalandırmak ya da mükafatlandırmak için yeniden diriltecektir. Allah’a iman edip O’na itaat edenleri cennetle mükafatlandırılacak. Allah’ı inkar eden ve isyan edenleri de cehennem ile cezalandıracaktır. İnsan hayatı, bu alaka ile sınırlı olmalıdır, hayatta Allah’ın nizamlarına göre seyretmelidir/yürümelidir. Buna binaen müslümanın akidesi, insanın Allah ile bağı üzerine kurulur. Allah, onun yaratıcısıdır, kendisini sorumlu kılandır. Yeniden dirilticisidir, hesaba çekecek olandır ve bu bağda ihmali olmayandır. Müslümanın hayatı, bu bağın esaslarına dayalı olur. Müslüman hayatın manasını bu bağ doğrultusunda anlar. Ayrılmak/kopmak ise Allah’tan uzak durmaktır.


İçindekilere Dön

 

 

55- Kadınların İslami Elbiseler Giymesi, Şeriat’a Göre Farzdır

 

Bazı insanlar İslam’ın kadınlar için emrettiği giysilerin sadece, giyinmeleri veya örtünmeleri için bir gelenek olduğunu ve bunun Din ile hiçbir alakasının olmadığını iddia etmektedirler. Görünen o ki; böylesi kimseler dini hayattan ayıran kapitalist akideden etkilen kimselerdir. Halbuki Kur’an-ı Kerim’i okuyan her müslüman için İslam’ın kadınlara emrettiği giysiler bilinmez değildir. Bunu reddetmek veya kabul etmemek için kullanılacak hiçbir açık kapı bırakılmamıştır. Allah (c.c)  şöyle buyurdu:

 

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاء الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına de ki; (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) cilbablarını giysinler. Onların (hür ve namuslu olarak) tanınmaları ve incitilmemeleri için en elverişli yol budur! Allah Ğafur’dur ve Rahim’dir. [Ahzab 59]

 

Ve O (c.c)  şöyle buyurmaktadır:

 

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ

Ve mü’min kadınlara de ki; Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar, namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Himarlarını (baş örtülerini) yakalarının (cuyub) üzerine kadar örtsünler. [Nur 31]

 

İlk ayet cilbab (جلباب) giyilmesini emretmektedir. Cilbab; omuzlardan ayaklara (ayakların üstüne) kadar serbestçe bırakılarak vücudu kapatan tek parçalık sıradan bir giysidir. İkinci ayette ise, Himar [خمار] farz kılındı. Himar; başı, yakalara (önde göğüslerin üzerine ve arkada omuz hizasına dek saran bölgeye) kadar örten başörtüsüdür.


İçindekilere Dön

 

 

56- Umumi Liderlik, Hususi Liderlikten Önce Gelir

 

İslam Devleti’ni kurmak için çalışanlar, Peygamberlik Metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurmak için çalıştıklarının idraki içerisinde olmalıdırlar. Peygamberlik Metodu üzere Raşidi Hilafet, umumi bir liderliktir. Ve bunun için Emir’ul Mu’minin terimi kullanılır. Bu haliyle, Hilafet veya İmamet Müslümanlar için özel bir manaya sahiptir.

 

Bu umumi liderlik, Vali veya Amil gibi hususi liderlikten önce gelmelidir. Umumi lider olan Emir (Halife), gerekli kuvveti ve yetkiyi Bey’at yoluyla Ümmet’ten alır. Bey’at ondan başkasına verilemez. Hususi Emirlere gelince; onlar kuvvet ve yetkilerini Halife’den alırlar. Yoksa doğrudan Ümmet’ten almazlar. Onlar için bey’at yoktur. Dahası onlar Ümmetten diğerleri gibi Halife’ye bey’at vermek zorundadırlar.

 

Bu Sahabe’nin üzerinde İcma ettikleri bir hükümdür. Onlar Halife’ye bey’at verdiler ve sonra Halife, işleri yürütme ve tayin etme mes’uliyetini üzerine aldı. Bir bölgenin veya vilayetin yöneticileri veya valileri gibi hususi bir emir için bey’at verilmesi ile başlamak, konuları tersine çevirmek ve İcma’ın aksine hareket etmektir.


İçindekilere Dön

 

 

57- Kabilecilik, Yardımcıdan Çok Katledicidir

 

Bir millete veya kabileye körü körüne bağlanmak, kokuşmuş olan tehlikeli bir mefhumdur. Bu Ümmeti parçalar, böler ve zayıf düşürür. Düşmana ümmet üzerinde kontrol ve nüfuz imkanlarını kolaylaştırır. Düşmanın ümmet üzerinde amaçladığı gayelerinin tahakkuku için, milletleri dayanıksız hale getirir. Şari’ bunu mutlak olarak haram kılmıştır. Şari’ bunu, Cabir hadisinde (muttefek aleyh) cahiliyye narası olarak tarif etmiştir. Rasulullah (sav) şöyle dedi: “Bu cahiliyye narası ne için?” dediler ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Muhacirden bir adam, Ensar’dan bir adama vurdu. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle dedi: “Onu (kabileciliği) bırakın! Zira o kokuşmuştur.

 

Yine el-Hakim’de yer alan ve Hudayfe (ra)’ın rivayet ettiği bir diğer Sahih hadiste Allah’ın Rasulü (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim, aralarında temayuz, temayul ve mekaami’ görünmedikçe imtihan edilmeyecektir.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Temayuz nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Temayuz benden sonra İslam’da, insanlar tarafından değiştirilecek olan kavmiyetçiliktir.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Temayul nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Bir kavim, başka bir kavmi karşısına alır ve onun mukaddesatına tecavüz eder.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Rasulü! Mekaami’ nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Bir adam kavmiyetçiliğe davet eder ve kavmiyetçiliği destekleyen cahiliyye bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliyye ölümü olur.”  Yine Muslim, Cendeb b. ‘Abdullah el-Beceli’den Rasulullah (sav)’in şöyle dediğini rivayet etti: “İslam topraklarında kavmiyetçiliğin pis kokusu, burunların kapanmasına sebep olur.


İçindekilere Dön

 

 

58- İslam Namusu Korur, Batı İse Ona Tecavüz Eder

 

Batı’nın Kapitalizmi, tarihte örneği görülmemiş, yüz kızartıcı ve şehvet düşkünü bir hadarattır. Anormal davranış, fesat ve çıplaklık, insanoğlu arasında bulunabilir. Fakat kapitalizmde bu hareketler, kanunlarla korunmuştur. Ve bu görülmemiş bir şeydir. Bizler hayvanlar arasında fesadın emarelerini görmüyoruz. Fakat Batı Hadaratı, bunu bir kişisel özgürlük olarak, garanti etmektedir. Dahası onlara göre bu, insan haklarından veya kadın haklarından bir parçadır.

 

Batılılar ve Batı’nın aklını çeldiği kimseler; İslam’ın kadınları haklarından mahrum bıraktığını veya onları saklı tuttuğunu veya onlara baskı yaptığını söylerken, hiç utanç duymamaktadırlar. Bu şekilde insanların haklarının korunduğunu iddia etmek hayret verici değil mi? Bu bakış açısıyla; onu aşağılık olarak veya onu mal veya eşya olarak gören bir kimse, kadını sağlamca korunmuş bir mücevher şeklinde gören bir kimse gibi olur mur? Ondan bir süt ineği gibi veya bir cariye gibi çalışmasını isteyen kimse, onu şefkatli bir anne veya evinin hanım efendisi olarak düşünebilir mi?

 

Onu çalışmaya zorlayanlar mı yoksa, (gerektiğinde meşru işlerde) çalışması için ona izin verenler mi? Onu bir şeref ve namus olarak korumak için hayatını feda edenler mi yoksa, onun geceyi umumhanede geçirip geçirmediğini bilmeyenler mi? Onu ehlinden kılan ve onunla bir aile inşa eden mi yoksa, onunla geçici ve anlık arzularını tatmin eden ve sonra veled-i zina olan çocuğu ile baş başa bırakıp veya kürtaj yaptırıp terk eden mi?


İçindekilere Dön

 

 

59- Fetihler Rahmet, Sömürgecilik Cezadır

 

Sömürge olan ülkelerin istisnasız tamamı; hakları çiğnenmiş, servetleri yağmalanmış ve iradeleri iptal edilmiş ülkelerdir. Bu vakıa sabittir. Sömürgeciler, herkes tarafından bilinen şeytani üsluplarıyla varlıklarını sağlama alırlar. Sadece bu bile, geri kalmış ülke halklarının nasıl şaşkına çevrildiğini ve sömürgecilerin o insanları, işçileri ve köleleri olsun diye kapitalist ülkelere savaş gemileriyle götürülürken nasıl öldüklerini göstermek için, fazlasıyla yeterlidir.

 

İslami fetihler tarihinde böyle bir şey var mıydı? Herhangi bir kimsenin devlet içerisinde rahatça hareket etmesine engel konuldu mu? Fethedilen ülkeler; sanayiden, tarımdan ve ticaretten mahrum bırakıldı mı? Bir Hintli’nin Şam’da veya bir Türk’ün Bağdat’ta yaşaması yada bir Ermeni’nin İstanbul’da fabrika açması engellendi mi?


İçindekilere Dön

 

 

60- Amerikan Saldırılarının Uzun Vadeli Amaçları

 

Apaçık bilinmektedir ki; İslam, Müslümanlara birbirlerine yardım etmelerini emreder. Müslümanların büyük çoğunluğu, dünyanın her yerinde kan ağlayan kardeşlerinin imdadına yetişmek için Cihad etmeyi çok arzulamaktadırlar. Afganistan’a savaşmak için gidenlerin çoğu samimi kimselerdi. Samimi olan Afganlı müslümanlar, onları muhacirun (muhacirler) olarak görüyorlardı.

 

Bazıları ise onları, “yabancılar” olarak görüyordu. Bu mücahidler, geldikleri ülkelerine geri dönemediler. Onların iç savaşa katılmamalarını isterdik! Bizi meseleye böyle bakmaya iten şey, Amerika ve onun ajanlarının onları katletmek için azmetmiş olmalarıydı. Sadece bu değil, aynı zamanda onlar; onların (Afganistan’ın) evlatlarını katletmeye de azmetmişlerdi. Öyle ki; onlar asıl memleketlerinde yöneticileri -ajanlarını- bir kez daha rahatsız edemesinler. Onlar için bundan daha önemli olan, hiçbir müslümanın daha sonra kendi ülkesi dışında başka bir ülkede bulunan kardeşlerine yardım etmeyi aklından bile geçirmemesini sağlamaktı. Öyle ki; aynı durum tekrar etmesin ve onlar (bunu aklından geçirenler) kendi memleketlerinde hoş karşılanmasınlar. Onlar Cihad edilen topraklardaki can sıkıcı yabancılar olarak kaldılar. Yeryüzü onlara dar geldi ve ölümden başka bir alternatif bulamadılar. Bu haliyle Cihad, vatancı bir cihada dönüştü. Bölünmüşlük ve zayıflık, daha da yerleşik hale geldi ve Allah (svt)’ın Kelamı’nın tersine yürüdü:

 

وَالَّذينَ كَفَرُواْ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ إِلاَّ تَفْعَلُوهُ تَكُن فِتْنَةٌ فِي الأَرْضِ وَفَسَادٌ كَبِيرٌ

Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdırlar. Eğer siz de böyle yapmazsanız, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesad olur. [Enfal 73]


İçindekilere Dön