Makaleler

 

بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

Maddî Eylemleri, Hizb-ut Tahrir'e Yaftalamaya Yönelik Bu Israr Nedendir?!

 

Beni, özellikle böylesi bir zamanda, bu makaleyi yazmaya ve bu soruyu sormaya sevk eden faktör, bazı devletlerin, aydınların, siyasî kanaat sahiplerinin, Hizb-ut Tahrir ismini maddî ve terörist eylemlere karıştırma gayreti ile izlediği olaylar ve tavırlar sürecinin tırmanmasıdır. Nitekim son günlerde hem Türkiye'deki hükümet, hem Laik-Kamalist aydınlar, hem de Emniyet Birimleri, silahlı terör örgütü Ergenekon grubu ile ilişkilendirmek yoluyla terörist maddî eylemleri Hizb'e yaftalamak gayreti içerisine girmişlerdir. Geçen Temmuz ayında aralarında iki emekli generalin yanı sıra bir grup milliyetçinin, laiklerin ve gazetecilerinde bulunduğu bazı unsurlarının yakalandığı ve bir hücre evinde gizlenmiş el bombalarının ele geçirildiği bu grubun, Amerikan yanlısı AKP Hükümeti'ne düşman İngilizlerle bağlantısı olduğu hiçbir siyasînin gözünden kaçmamıştır. Ardından ana ve ara haber bültenleri, 19 Eylül 2008 Cuma günü, "Ergenekon" yapılanması hakkında haberler yayınladılar ve bu haberlerde şöyle geçmiştir: “Operasyonun Ankara ayağında gözaltına alınan sivil şahıslarla ilgili olarak da gerçekler gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu şahısların Hizb-ut Tahrir üyesi oldukları ve eylem hazırlığında oldukları iddia ediliyor. Ergenekon terör örgütüyle irtibatı olan zanlıların, yeni bir 28 Şubat sürecine zemin hazırlamak için dînî hassasiyetleri olan gruplara sızmaya çalıştıkları belirtiliyor.

 

Bunun üzerine Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı emniyet unsurları, 26 Eylül 2008 günü akşamı, iftar vaktinde Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti Resmî Sözcüsü Yılmaz Çeliği, Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına aldılar.

 

Görüldüğü üzere Türkiye Devleti, fikrî ve siyasî bir metoda sahip olduğunu kesin bir şekilde bilmesine rağmen Hizb-ut Tahrir ismini, terörist maddî eylemlere karıştırmakta ısrar etmektedir. Kaldı ki bu, ilk olan bir teşebbüs değildir. Zîra daha önce de Hizb'i, komünist kanlı ve cürüm eylemleriyle ilişkilendirmek amacıyla "Yeşil Kominsitler" şeklinde tanımlamışlardır. Mesele sadece Türkiye ile sınırlı kalmış olsaydı geçici bir yaz yağmuru derdik. Ne var ki mesele, burayla sınırlı kalmayıp Pakistan ve Bangladeş'te de aynıdır. Nitekim geçen Eylül ayında bazı Pakistan medya organları, Hizb-ut Tahrir'in, üyelerinden bazılarını tutuklayan Bangladeş otoritelerine cevap vermek amacıyla hassas bölgelerde bombalama eylemleri yapacağı tehdidinde bulunduğu iddialarının yer aldığı haberler yayınlamışlardır. Bu da Bangladeş Hükümetinin, Hizb'in şebâbından onunu tutuklaması, ardından da polisin, tutuklular bırakılmadığı takdirde hassas bölgelerde bombamla eylemleri yapacağı tehdidinde bulunduğu şeklinde Hizb tarafından kendilerine bir faks ulaştığını iddia etmelerinin ardından olmuştur. Zîra Bangladeş Hükümeti, kamuoyunu iftirasına ikna etmekte çaresiz kalınca -ki halk, hem Hizb-ut Tahrir'i, hem de siyasî-fikrî metodunu yakinen bilmektedir- geri adım attı ve tutuklu on kişiyi bırakmak zorunda kaldı.

 

Özbekistan'da da durum aynı şekildedir; zîra İslâm Kerimov, terörist maddî eylemleri, Hizb'e yaftalamaya çalışmış, Hizb'i terörist bir örgüt saymış, Hizb'in şebâbını tutuklamış, hapsetmiş ve kimileri, ağır işkenceden dolayı şehit olacak derecede işkenceye maruz kalmıştır. Nitekim bunlardan en sonuncusu, Özbek otoritelerinin hapishaneleri arasında en kötü namıyla ünlü "Caslık" Hapishanesi'nde şehit düşen Şehît Âdil Azîzov'dur. Zîra Kerimov'un cellatlarının uyguladığı vahşî işkenceler nedeniyle şehitlerin geneli bu korkunç hapishanede ölüme terk edilmektedir.

 

Almanya'da da durum aynı şekildedir; zîra 2003 yılında, Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily, "Siyasî amaçlarını gerçekleştirmek amacıyla şiddetin bir araç olarak kullanılmasını desteklediği ve İsrail'in var olma hakkını reddettiği" gerekçesiyle Hizb-ut Tahrir'in faaliyetlerini yasaklama kararı çıkartmıştır.

 

Rusya'da da durum aynı şekildedir; zîra maddî eylemlerde bulunuyor gerekçesiyle Hizb'i yasaklamış ve şebâbını tutuklamıştır. Zîra bir Rus televizyon kanalı, Nizhny Novgorod'da Güvenlik ve İstihabarat İdaresi Resmî Sözcüsü Marina Kosmina'nın, 2004'de şu sözünü nakletmiştir: "Bu tür örgütlerin üyeleri, öteki din temsilcilerine yönelik saldırılarında şiddete, paralı askerlere ve aşırlığa başvurmaktadırlar."

 

Yine Danimarka da Hizb'i yasaklamaya çaldıysa da Danimarka Kraliyet Başsavcısı, Haziran 2008'de, Danimarka'daki "Hizb-ut Tahrir'in" kolunu feshetmek için hukukî bir dayanağın bulunmadığını teyit etmiştir. Bu ise, sağcı ve solcu olmak üzere parlamentodaki pek çok partinin talep ettiği bir durumdur. Nitekim Juergen Sorensen, açıklamasında şöyle demiştir: "Şiddet veya cezayı gerektirecek herhangi bir araç kullanılmadıkça temelde Danimarka'daki mevcut nizâmdan farklılık arzeden bir nizâm için çalışmakta yas-dışı bir durum söz konusu değildir."

 

İngiltere ve Amerika'da da durum aynı şekildedir; zîra 2005 Ağustos ayında Tony Balir, Hizb-ut Tahrir'in yasaklanması muhtemel örgütler listesinde yer aldığını açıkladığı sırada iki stratejik araştırma enstitüsü olan "Nixon Center" ile "Foundation Heritidj ", "Hizb-ut Tahrir'in" terör örgütü sayılması için Amerikan yönetimine baskı yapmaktaydılar. Nitekim Washington DC’deki Nixon Center’ın Uluslararası Güvenlik ve Enerji Bölümü Müdîresi Zeyno Baran'ın şöyle dediği nakledilmiştir: "Hizb-ut Tahrir, binlerce yıkanmış beyinleri kuluçkaya yatırmakta ve daha sonra el-Kâide gibi örgütlerin üyeliğine katılmak üzere Hizb'ten 'mezun olmaktadırlar'." Ve şöyle ekliyor: "Hizb-ut Tahrir'in kendisi terörist eylemlere karışmamış olsa da terörizme taşıma bandı işlevi görmektedir."

 

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Amerikan yönetimindeki bir üst düzey yetkili, Washington'da Gazeteci olan David Ootaoi'ya yaptığı ve uluslararası eş-Şark-ul Avsat Gazetesi sayfalarında yayınlanan açıklamasında Orta Asya'daki İslâmî radikalizm hakkında şöyle demiştir: "Şu ana kadar bu bölgedeki insanlar tarafından gerçek bir değerlendirmesi yapılamamış gittikçe tırmanan ciddi bir tehlikedir." Devamla Hizb-ut Tahrir'i radikal fikirler üreten "bir fabrika" tanımlamasına rağmen, "Terörist örgütler kapsamında değerlendirilmesinin gerekliliğinde halen ikna olmadığını" ifâde etmiştir.

 

Hizb-ut Tahrir ve şebâbına yönelik terörist ve maddî eylemler suçlamasını kanıtlamanın yuğun uğraşı içerisinde olan devletlerin, araştırma enstitülerinin, politikacıların ve aydınların listesi oldukça uzundur. İşte beni, Türkiye ve Bangladeş gibi bazı devletlerde tekerrür eden bu tehlikeli olguya açıklık getirmek için kısmen de olsa detaylı şekilde bu konuyu ele almaya sevk eden şey budur. Korkum odur ki Hizb'in Filistin'deki popülaritesinin yükseldiğini gördükleri halde bazı aydınlar ile politikacıların bir yada iki sene sonra bize saldırarak müfterilerin kervanına takılmaları ve ona zarar vermek üzere Hizb'i terörist maddî eylemlerle itham etmeleridir. Tıpkı daha önce kimi aydınların ve yazarların, Hizb'in barışçıl konferansları ile yürüyüşlerinin diğer partilerin ve hareketlerin yıkıcı eylemlerde bulunmasına zemin hazırladığı hasebiyle Hizb'in iki ay önceki son etkinliklerinin ve faaliyetlerinin yasaklanmasına gerekçe hazırlamaya teşebbüs ettikleri gibi.

 

Bu konuyu ve Hizb'in bu tür suçlamalar karşısındaki tutumunu açıklamaya başlamadan önce akla şöyle bir soru takılmaktadır: Küresel çapta Hizb'e yönelik bu azgın kampanaya nedendir?

 

Bu soruya cevaben derim ki; Geçen asrın doksanlı yıllarında Sovyetler Birliği'nin yıkılması ve Sosyalizm'in çökmesinden sonra Kapitalizm, devletlerarası sahada tek başına kalmıştır. Küresel çapta kendisine karşı koyacak birisi kaldıysa da -ki o, kendisine inanan Müslümanlar olmasına rağmen, onu taşıyacak bir devleti bulunmayan İslâm ideolojisidir- devletlerarası sahada hiçbir kimse kalmamıştır. Dolayısıyla Kapitalist Batı kampının elebaşı Amerika, geriye kalan tek tehlikenin, Kapitalizmi tehdit etmeye ve onu yıkmaya muktedir tek varlığın, İslâm olduğunu anlamıştır. Böylece İslâm'ı yok etmek ve devletleşmiş halde geri dönüşünü engellemek amacıyla planlar ve üsluplar belirlemeye başlamıştır. Nitekim geçen asrın doksanlı yıllarında İslâm'ı bitirmeye yönelik Amerikan kampanyası başlamış, bu yolla Müslümanların beldelerinde Kapitalizm fikirleri yayılmış ve Müslümanları, kalkınma projelerinden, Kapitalizm ile onun fikirlerine döndürecek olan demokrasi, özgürlükler, serbest piyasa ekonomisi politikaları, çok partili sistem ve benzeri fikirlerin propagandasını yapılmıştır. 11 Eylül olaylarından sonra ise, İslâmî âleme karşı kapsamlı bir proje belirlendi ve buna, "Büyük Ortadoğu Projesi" adı verildi. Bunu ise İslâm Ümmeti'nde yatan gücü vurmak, İslâm'a ve Müslümanlara savaş açmak, İslâmî Ümmet'i kısa bir zamanda dünyada birinci devlet olmaya ehil kılacak siyasî gücü elde etmesini engellemek amacıyla Baker–Hamilton komisyonun raporu gelmiştir. Daha açık olan diğer bir ifâde ile hem "Nübüvvet Minhâcı Üzere Râidî Hilâfet" projesine, hem "bu projenin gerçekleşmesi için çalışan muhlis mü'minlere," hem de "vakıa zemininde gerçekleşmiş olan bu projeyi görmeyi şiddetle arzulayan İslâm Ümmeti'ne" karşı savaş açtılar.

 

Batı, bu tehlikenin tamamen farkına varmış ve liderlerinin uykularını kaçıran bir saplantı haline gelmiştir. Zîra Virginia Eyâleti'nin Langley bölgesindeki Ulusal İstihbarat Kurulu tarafından yayınlanan "Gelecek Dünyanın Haritasının Çizilmesi" başlıklı rapor, 2020'deki küresel sistem için muhtemel dört senaryo çizmiştir. Bunlardan ilki, "nakit çarkı merkezi olarak" Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa'nın yerini alacak olan Asya'nın ekonomik gücü ekseninde, ikincisi, küresel sistemi netleştirmede Amerika Birleşik Devletleri'nin eline demir pençe veren "Amerikan Genişlemesi", üçüncüsü ise, "Batılı adetlere ve ilkelere açıkça meydan okumayı" oluşturan "İslâmî Hilâfet'in kalkınması" ekseninde odaklaşmaktadır.

 

Nitekim Henry Kissinger, 2004 Kasım ayında, Hindistan'daki dünya liderleri öncülüğünde yapılan İkinci Dönem Hindistan Konferansı'nda yaptığı konuşmasında bunu şu sözüyle ifâde etmiştir: "Tehditler, terörizmden gelmemektedir. Nitekim 11 Eylülde, buna şahit olduk. Ancak tehdit, radikallerin İslâmî Hilâfet meselesi hakkında düşündüklerine zıt olan ılımlı İslâm'ı yıkmak için çalışan aşırı radikal İslâm'dan gelmektedir."

 

Ve şöyle demiştir: "Baş düşman, aynı anda hem ılımlı İslâm toplumlarını, hem de Hilâfet'ın kurulması önünde engel olarak görülen diğer tüm toplumları değiştirmeyi amaçlayan İslâm içerisindeki faal radikal kesimdir." [Newsweek Dergisi / Sayı 8 / Kasım 2004]

 

Irak'taki koalisyon kuvvetleri komutanı Richard Myers ise, şöyle demiştir: "Birleşik Devletler'in güvenliğine yönelik gerçek ve en büyük tehlike, milâdî yedinci asırda olduğu gibi Hilâfet Devleti'nin kurulması için çalışan radikalizmdir ve bu radikalizm, pek çok yere daha çok Irak üzerinden yayılmaktadır. Ancak o, Irak'ta da çalışmakta, orada da yayılmakta ve direnişçileri Amerika'ya karşı maddî eylemelere teşvik etmektedir." [Bu açıklamayı, Amerikan Kongresi'nde özel komisyonun gerçekleştirdiği, Wolfowitz, Armitage, Myers'ın konuştuğu ve 26.06.2004 el-Cezîra kanalının sunduğu oturumda yapmıştır.]

 

2005 Eylül'de ise şöyle demiştir: "Irak'tan şimdi çıkmamız, Ortadoğu'da Hilâfet'in ortaya çıkmasına yol açar."

 

Bush ise, 6 Eylül 2005'de, Müslümanların Ortadoğu'daki Amerikan ve Batı nüfuzunu bitirmeyi hedefleyen bir stratejiye sahip olduklarına işâret ederek şöyle demiştir: "Tek bir devlete hakim olmaları durumunda bu, tüm Müslümanları cezp edecektir. Bu da onlara, bölgedeki tüm nizâmları devirme ve İspanya'dan Endonezya'ya uzanacak Radikal İslâmî bir İmparatorluk kurma fırsatı verecektir."

 

İngiltere Başbakanı Tony Blair ise, 16 Temmuz 2005'deki, İşçi Partisi'nin genel kongresinde yaptığı konuşmasında şöyle demiştir: "Bizler, İsrâil varlığını yok etmeye, Batıyı İslâmî âlemden çıkarmaya ve İslâmî Ümmet'in hepsi adına Hilâfet'i kurmak yoluyla İslâmî âleme şeriat ile hükmedecek bir İslâmî Devlet kurmaya çalışan bir hareketin karşısındayız."

 

Rusya eski Devlet Başkanı Vladimir Putin bile bir televizyon kanalı ile yaptığı röportajda şöyle demiştir: "Kürersel terörizm, parçalara ayrılması ve bir İslâmî Hilâfet tesis edilmesi amacıyla Rusya'ya karşı savaş açmıştır." [Bu açıklamayı, canlı telefon bağlantısının yapıldığı ve Rus vatandaşlarından gelen bir milyon telefon arasından seçilen elli bağlantıya cevap verdiği bir televizyon programında yapmıştır.]

 

Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ise, Johns Hopkins Üniversitesi'nde Irak'ın geleceği hakkında yaptığı bir değerlendirmede şöyle demiştir: "Irak, Ortadoğu'yu kapsayacak şekilde genişleyecek, Avrupa'daki, Afrika'daki ve Asya'daki meşruu hükümetleri tehdit edecek olan yeni İslâmî Hilâfet'in üssü mesabesinde olacaktır. Onların planları, işte budur ve bunu açıkça ifâde ettiler. Eğer dinlemede ve haberdar olmada başarısızlığa uğrarsak korkunç hatamızı itiraf edeceğiz."

 

Washington Post Gazetesinin, 14.01.2006 günü yayınladığı ve Bush'un Hilâfet hakkındaki konuşmasının değerlendirildiği bir makalede şöyle geçmiştir: "Müslümanlar, Hilâfet'in geri gelmesi için sabırsızlanmaktalar ve Hilâfet, Batıyı, özellikle de hatırlaması gerektiği üzere Bush yönetimini tehdit eden bir tehlike teşkil etmektedir."

 

George Bush, 05.09.2006 günü, Hilâfet'e değinmek üzere şöyle diyor: "Onlar, seçkin İslâmî Hilâfet devletlerini kurmaya çalışmaktalar. Zîra herkes, bu menfur ideoloji vasıtasıyla idare edilecek ve Hilâfet Nizâmı, mevcut İslâmî toprakların hepsini kapsayacaktır."

 

Beyaz Saray'ın haber sitesi, 20.10.2006 tarihinde, George Bush'un şu açıklamasını yayınlamıştır: "Bu radikalar, hem bir yönetim devleti olarak Hilâfet Devleti'ni kurmak, hem de akîdelerini Endonezya'dan İspanya'ya kadar yaymak istiyorlar."

 

Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, veda partisinde şöyle demiştir: "Onlar, ılımlı İslâmî yönetim nizâmlarını devirmeyi, sarsmayı ve Hilâfet Devleti'ni kurmayı istiyorlar."

 

Hilâfet'in geri dönmesi ve İslâmî Ümmet'in hareketlenmesinden kaynaklanan Batının büyük korkusuna işaret eden açıklamaların ve konumların zikrinde liste, bir kez daha uzamaktadır.

 

Bilindiği üzere yarım asrı geçkindir bu azîm projeye liderlik eden Hizb-ut Tahrir'dir. Zîra 1953 yılında kurulmasından şu ana kadar var olmuş, Müslümanların mesken tutuğu her yerde çalışmış, Ümmet içerisinde Hilâfet'in kurulmasına ve bunun fiilen gerçekleşebileceğine ilişkin bir kamuoyu oluşturmuş ve son zamanlarda Kırım'dan Endonezya'ya, Kenya'dan Filistin'e kadar olan dünyanın pek çok muhtelif bölgesinde Hizb'in düzenlediği konferanslar ve etkinlikler tüm dünyaya, Ümmet'in bu azîm projeye yönelik teveccühünü ve desteğini göstermiştir. Bu nedenle Batı, İslâmî topraklar üzerindeki kendisine tabi mevcut hükümetleri, Hilâfet Projesi'ne karşı harekete geçmeye sevk etmekte ki bu projeyi, özelikle de Hizb-ut Tahrir olmak üzere onu üstlenenleri başarısızlığa uğratmak için gece-gündüz çalışsınlar, plan kursunlar ve raporlar hazırlasınlar.

 

Binaenaleyh genelde Hilâfet, özelde ise Hizb-ut Tahrir aleyhindeki karanlıkçı organize saldırılara ve kampanyalara bu açıdan bakmak gerekir. Devletler ve yardakçıları olan aydınlar, politikacılar ve medya mensupları, Batının telkinleri ve talimatları doğrultusunda hareket etmektedirler. Dolayısıyla ellerine geçen her fırsatta çekinmeksizin, insâf etmeksizin yalanlar ve iftiralarla Hilâfet ile Hizb-ut Tahrir'e saldırmaktalar. Zîra onlar, Hizb'i bazen terörizmle, bazen radikallikle, bazen de köktendincilikle tanımlamaktan geri kalmıyorlar. İşte tüm bunlar, şu iki amaç içindir:

 

Birincisi: Ümmet'in Hizb'in ve fikrinin etrafında toplanmasını engellemek veya bunu asgariye düşürmek, dolayısıyla da İslâmî Hilâfet Devleti'nin kurulmasıyla ortaya çıkacak kalkınma projesini başarısızlığa uğratmak için imajını çirkinleştirmek yoluyla Müslümanların Hizb'ten uzaklaştırmaktır.

 

İkincisi: Hapsederek, takibat yaparak, işkence uygulayarak, sürgün ederek ve benzeri yöntemlere başvurarak Hizb'e ve şebabına baskı uygulamak için kendilerine gerekçe oluşturmaktır. Bu devletler, gece-gündüz demokrasi ve özgürlüklerle avurtlarını şişirttikleri halde demokratik utanç konumlarını, Hizb'i maddî ve terör eylemleri yalanıyla itham ederek temize çıkarmaya ihtiyaç duymaktadırlar. Böylece maddî ve şiddet eylemleri uygulayan terörist bir örgüt görülerek Hizb'in yasaklanması ve kovuşturulması sırasında kamuoyu ile yargı kurumlar karşısındaki pozisyonlarını temize çıkarabilsinler.

 

İşte maddî eylemleri Hizb-ut Tahrir'e yaftalama ısrarlarının arkasında yatan gerçek sebepler bunlardır. Dolayısıyla okuyucunun, meselelerin ve Hizb-ut Tahrir'in hakikatine vakıf olması için aşağıdaki noktaları vurgulamam kaçınılmazıdır:

 

1. Hizb-ut Tahrir, literatürü ve fikrileri değişmez şekilde kaleme alınmış merkezî liderliğe sahip küresel bir partidir. Zîra fikirleri, metodu, çizgisi, literatürü, siyasî tavırları, fikrî benimsemeleri ve liderliği ile Hizb-ut Tahrir / Türkiye Vilâyeti neyse, Hizb-ut Tahrir / Ürdün Vilâyeti de odur. Bu durum, Pakistan'da, Bangladeş'te, Endonezya'da, Mısır'da, Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da ve dünyanın diğer beldelerinde de böyledir. Zîra Hizb içerisinde, bakışlar veya kanatlar diye bir şey yoktur. Bilakis hepsi tektir, hissî fikirsel bir bütündür, içerisindeki herkes, Atâ İbn-u Halîl Ebû Raşta'yı emîr edinir ve onun liderliğine bağlıdır.

 

2. Hizb-ut Tahrir, elli beş yıldan beri ve elli kusur devlette, sahîh fıkhî yolla Kitâb ve Sünnet'ten istinbât edilmiş aynı metot ve fikir ile çalışmaktadır. Hizb-ut Tahrir, İslâmî Hilâfet'in ikamesi için çalışır; çünkü bu, Rabbanî bir farzdır. Fikrî ve siyasî metoda göre hareket eder; çünkü bu da farzdır. Bunun içindir ki Hizb, doğaçlama bir topluluk değildir. Bilakis o, ideolojik-siyasî Hizbî bir kitleleşmedir. Zîra siyâset, onun işidir, İslâm, ideolojisidir ve Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in metodu, metodur. Hizb-ut Tahrir, diğer hareketler gibi ne değişime, ne dönüşüme, ne de "bozulmalara" maruz kalmıştır. Çünkü bizler, tüm amellerimizde Allah'tan inzâl olmuş sabit şer'î hükümlere istinat ederiz. Dolayısıyla bize göre bir anlık dahi olsa Hizb-ut Tahrir'in Türkiye'de maddî eylem modelini benimsemesi kabul edilemez veya makul değildir. Çünkü benimseme tektir; Filistin için ayrı bir benimseme, Ürdün için başka bir benimseme olamaz. Bilakis Hizb-ut Tahrir için küresel benimseme vardır ve küresel bir Hizb'in maddî eylemi benimsemesi mümkün değildir. Çünkü bizler maddî eylemin, mevcut nizâmların değiştirilmesi ve Hilâfet Devleti'nin kurulması için şer'î bir metot olmadığı düşüncesine sahibiz. Nitekim Rasulullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], on üç sene siyasî ve fikrî çalışma yaptıktan sonra Mekke-tul Mükerreme'de İslâm Devleti'ni kurmuş, ihtiyaç duymasına, O ve Kerîm sahabesi işkenceye maruz kalmasına rağmen kesinlikle hiçbir maddî eylemde bulunmamıştır. Aynı şekilde Hizb, bilinçli bir kamuoyu oluşturmayı, İslâmî Devleti kurmak üzere harekete geçmesi için gerekli kültür ile Ümmeti kültürlendirmeyi hedefleyen siyasî ve fikrî metotla çalışmaktadır.

 

3. On yılları bulan tarihi boyunca Hizb-ut Tahrir'in maddî veya terör eyleminde bulunduğuna hiç şahit olunmamıştır. Hatta böyle bir şey, Ümmet nezdinde maddî eylem fikrinin revaç bulduğu geçen seksenli ve doksanlı yıllarda bile olmamıştır. Ümmet ve başkaları, bunu Hizb'ten talep ettiği halde o, ideolojisi ve şer'î fikrine sımsıkı sarılması uğrunda bir nebze prestij kaybetse de buna icabet etmemiştir. Nitekim Hizb, fikrî-siyasî metoduna bağlılığının ve maddî eylemlerde bulunmamasının ne korkudan, ne ödleklikten, ne de tembellikten kaynaklanmayıp Allah'ın nusretine müstahak olana dek şer'î hükümleri ve farz kılınmış metoda bağlanmasının gerekliliğinden kaynaklandığını Ümmet'e o zaman da şimdi de teyit etmiştir.

 

En son olarak Hizb'e zarar vermeye ve tertemiz çehresini çirkinleştirmeye çalışan herkese bir mesaj gönderilmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla onlara, Hizb hakkında Allah'tan ittikâ ediniz demiyoruz. Zîra ona, hiçbir şey zarar veremeyecektir ki o, kökü yerde sabit ve dalları gökte güzel bir ağaç gibidir. Ancak onlara deriz ki kendiniz için Allah'tan ittikâ ediniz ve Hizb'e saldırmakla Ümmet'in azîm projesine ve zamanı uzamış zilletten ve aşağılanmışlıktan kurtulmada biricik ümidine saldırdığınızı hatırlayınız. Allah'ın izniyle yolumuza devam ettiğimizden, ne zâlimlerin zulmünün, ne müfterîlerin iftirasının, ne de Batı ile mevcut nizâmların bizleri takip etmesinin gayemizden vazgeçirmeyeceğinden veya azmimizi kıramayacağından veya kararlığımıza zarar veremeyeceğinden veya fikrimizi değiştirmeyeceğinden Ümmet'in emîn olması kaçınılmazdır. Dünyadaki mevcut devletlere deriz ki Hizb-ut Tahrir'e asla zarar veremeyeceksiniz. Geçte olsa muhakkak ki Allah, ona nusret verecektir. Şüphesiz Allah, vaadinden asla geri dönmez.

 

وَكَانَ حَقّاً عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ Zaten mü’minlere nusret (zafer) vermek de üzerimize bir hak olmuştur.[er-Rûm 47]

 

Hizb-ut Tahrir / Filistin Medya Bürosu Üyesi   H. 09 Şevvâl 1429
Mühendis Bâhir Sâlih   M.10 Ekim 2008

 

Bu Makale, Filistin Haber Ajansı'ndan Alınmıştır:

http://arabic.pnn.ps/index.php?option=com_content&task=view&id=39985

 

 

Bu Makaleyi İndirmek İçin Lütfen Tıklayınız!