بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم İSLÀM VE ÇAĞIN PROBLEMLERİ
Hamd, Alemlerin Rabbı Allah'a, selât ve selâm O'nun Resulüne ve takipçilerine olsun. Başlarken şu iki noktaya değinmek istiyorum: Öncelikle "İslâm ve Çağın Problemleri" adlı önemli bir konuyu işleyen bu toplantıyı tertip ettikleri için Kültür Komitesine teşekkür ederim. Çünkü bu gibi araştırmalar ümmetin hareketlenmesi ve problemlerin üstesinden gelmesine yardımcı olur. Zira; siyasî uyanıklık, iş sahibinin işinde eksiklik oluşturmaz. Bilâkis bu uyanıklık kendisinin işinde basiretle yürümesine ve de düşmanlarının aldatma ve hizmetlerine girmeme noktasında yardımcı olur.
İkinci olarak bu asırda İslâm ümmetinin karşı karşıya kaldığı şiddetli ve zorlu problemlerin onda birine başka milletler maruz kalsalardı yok olma noktasına gelirlerdi.
Problem ancak büyük ve temel meselelerde olursa problem olur. Yoksa temel esasların dışında olursa problem olmaz.
Problemler iki çeşittir:
1- Maddî mücadele. Bundan maksat, düşmanı yenmek, onu kahretmek ve onu yok etmektir.
2- Siyasî ve fikrî mücadele. Bundan maksat, düşmanın temel dayanaklarını sarsmak, şahsiyetini bozmak ve de siyasî deha ve çabalarıyla çözemiyeceği problemlerle başbaşa bırakmak.
İkinci yön çok daha tehlikeli ve tesirlidir. Bunda başarıya ulaşmak demek, düşmanın kendi kendisini bitirmesine, dengesini ve şahsiyetini yitirmesine neden olur.
A- Maddi Problem:
1. Bu asrın başında sömürgeci kâfirler ve uşakları ümmeti problemlerle başbaşa bırakıp gidişatını bozdular. Bununla birlikte dinin koruyucusu ve müslümanların izzeti olan Halifeliği de yıkmayı başardılar.
2. Bu asrın ortasında ise Yahudilere Filistin topraklarında bir yer işgal etmeyi başardılar. Daha sonra yardım ve gözetimle burayı büyütüp genişlettiler. Siyasî ve askerî yaptırımlarla da sadece işgal ettikleri bölgeyi değil, Filistin'in çevresini de işgal etmeyi başardılar.
Büyük bir traja sahip (Der Spiegel) Alman dergisi, 1991'e ait 8. sayısında "Batı Toplumunda İslâm Tehlikesi" başlıklı yazısında şunları söylemektedir: "Batı, Haçlı savaşlarında Kudüs'te Selahattini Eyyubî karşısında uğradığı yenilginin intikamını iki yönden geri almıştır. Birincisi; Batının Hilâfet'i yıkmak için M. Kemal'e yardım etmesi. İkincisi ise; Batının İsrail'e devlet kurması için yardım etmesi."
3. Daha sonra Hilâfet'i yıkıp İsrail devletini de oluşturmakla kalmayıp Hilâfet'in tekrar ebediyyen kurulmaması için ellerinden geleni yaptılar. Buna ek olarak Hilâfet'in tekrar kurulması için çalışma yapanların kimini idam ettiler, kimini de yurtlarından sürdüler. Bununla da kalmayıp Yahudilere karşı cihadı yok edebilmek ve İslâm ümmetinin düşmanlarına karşı savaşma gücünü ortadan kaldırmak için çok büyük çabalar sarfettiler. Böylece kendilerine karşı olabilecek savaş gücünü bitirip Filistin'e hakim olmayı başardılar.
4. Bunu takiben de ümmetin İslâm ve Siyasî İslâm diye isimlendirdiği, İslâm'ı hakim kılma yolundaki çalışmaları gözetim altına aldılar. Ayrıca müslümanlara terörist gibi sıfatlar takarak İslâm'ı kötülemeye başladılar. Bütün bunlarla birlikte işkence ve tutuklamalarına da devam ediyorlardı. Cezayir'de müslümanların herhangi bir güç ve terör estirmeden, seçimlerde başarılı olmalarına verdikleri cevap gibi. Yani Cezayir müslümanları İslâm hükümeti istediklerini söyleyince darbe yapmaları buna güzel bir örnek.
5. Görüldüğü gibi ümmet ne zaman maddî bir güç toplamaya kalkışırsa, onlar da bütün güçlerini toplayıp buna karşı çıktılar. Öyle ki Irak; savaş teknolojisinde gelişmiş bir sanayiye sahip olunca bütün dünyayı ona karşı çıkmak için topladılar. Buna rağmen Irak gibi savaş sanayisine sahip olan Yahudilere göz yumup kulak tıkadılar. Ayrıca Pakistan'ın atom bombası yapabileceğini anlayınca büyük bir fırtına koparıp basın yayını bu konuyla meşgul ettiler. Yine bu vakitte komşusu Hindistan açık bir şekilde atom bombası imal edebileceğini ve bu güce sahip olduğunu söylediği halde buna ses çıkartmadılar.
6. Ümmetin birleşmesini engellemek için kötü ve çirkin metodlar, yaptırımlar uygulayıp karışıklıklar çıkararak birleşmesine engel oldular.
7. Bunun gibi müslümanlara -Bosna'da olduğu gibi- en vahşî kötülükleri yaptılar. Filistin'de, Lübnan'da, Hindistan'da, Filipinler'de ve bir çok yerde yaptıkları eski ve yeni kötülükler İslâm'a karşı olan kinlerini yeterince göstermektedir.
Fakat müslümanların dışında herhangi bir kimsenin başına bir şey gelse İnsan Hakları ve Uluslararası Kurallar adı altında tüm dünyayı ayağa kaldırırlar. Kısa bir süre önce yayınlanan bir yazısında Nikson şöyle demektedir: "BosnaHersek'te öldürülenler gayri müslim olsaydı, muhakkak ki büyük devletler müdahale eder ve kıyama son verirlerdi."
Bosna'da 7-6-'93'te çıkan "Leylican" dergisi, İngiltere Başbakanı olan Jon Major'un Yabancılar Bürosu başkanına yazdığı yazısında, Bosna-Hersek'e yardım edilmemesinin Batının bundan men edilmesinin ve de Sırpların vahşetine engel olunmamasının tek sebebinin onların müslüman olduğundan dolayı olduğu belirtilmiştir.
İşte kardeşlerim, karşılaştığımız ve yaşadığımız maddî problem budur.
B- Fikrî ve Siyasî Yönü ise:
1. Geçen asırdan beri sömürgeci kâfirler ve uşakları çalışmalarını hızlandırdılar. "İslâm'ın Eksik Yönleri" adı altında sapık ve yanlış fikirleri insanlara sunarak İslâm'ın yeni meselelere çözüm getiremediğini yaymaktadırlar. Bunlar, İslâm'ın; devletlerarası/uluslararası kanunlar ve uluslararası bir çok konuda hükmünün olmadığını söylemektedirler. Bunun yanında İslâm'ın fabrikalara, madenlerin çıkartılmasına ve petrole ait işletme çözümlerinin olmadığını yaymaktadırlar.
2. Kilise adamlarının Orta Çağlarda olduğu gibi devlet adamlarıyla fikir mücadelesine başladıktan sonra ki dini devletten ayırışları fikrini, İslâm ülekelerinde de yerleştirmeye çalıştılar. Böylece küfür akidesini İslâm beldelerine yerleştirip, İslâm'ı dünya işlerinden, yönetimden, siyasetten ve ekonomiden uzaklaştırmaya çalıştılar.
3. Milliyetçilik ve vatancılık gibi fikirlerini süsleyip, insanlar arasına yayarak İslâm'ın yerine gelmesi için çalıştılar. Bu fikirleri "Kurtuluş" adı altında yayarak, bu ümmetin evlâtlarını param parça ettiler.
4. İslâm'a ve müslümanlara karşı yapılan engellemeler sadece gizli değil açıkça da yapılmaktadır. Şöyle ki:
a-) Yazar David Havili, Washington Times gazetesindeki "Tarihin Akışında Değişiklik" adlı yazısında şöyle geçmektedir: "Komünizmin yıkılışından sonra gerçek düşman İslâm'dır" demektedir. Ayrıca Japon Times adlı gazetede de; "Savaş eski şekline (aslına) döndü. Yani Batı ve İslâm arasında tekrar başladı. Zira Batılılar bir müddet önce haritalarında kırmızı daireyle çizmiş oldukları yerleri yeşil daireyle değiştirmeye başladılar. Öyleki ona galip gelmek için çalışmalarını da o yönde yoğunlaştırdılar." Ayrıca Lukutidyan Durabi gazetesi de, Fransa eski Devlet Başkanı Mişel Dubruya'nın, Avrupanın birinci düşmanının İslâm olduğunu söylediğini yazmıştır.
1983'de Paris'te yayınlanan Berbirsi ve Olifiye Kare'ye ait "İslâm Batıya Savaştır" adlı kitabında, İslâm'a ve müslümanlara olan kinini gizlememiştir. Japon asıllı Fujiyama, kapitalizmin ancak İslâm'a galip geldikten sonra başarılı olabileceğini, burada da tarihin noktalanacağını yazmıştır.
b-) Mesele İslâm ve müslümanları ilgilendiriyorsa konulara, esaslara ve insan haklarına itibar etmezler (kulak asmazlar). Bu da onların istisnasız tabiî davranışlarıdır. Buna bir kaç örnek şunlardır:
1- Geçen aylarda Londra'da bazı müslüman gençlerin çabalarıyla bir "Hilâfet Konferansı" düzenlendi. Bundan amaç, müslüman beldelerde Hilâfet Devletini kurmak için siyasî ve fikrî yönden görüş alışverişinde bulunmaktı.
İngiltere hükümeti kanunlarına göre her türlü fikrî ve siyasî konferanslar düzenlemek serbest olduğu halde "Hilâfet Konferansı" siyasî ve fikrî konferans olmasına rağmen neredeyse engelleniyordu. Çünkü konferansı ilân edenler, "Filistin'de Yahudileri yeninceye kadar onlarla her türlü barış haramdır ve savaş hali devam etmelidir" demeleri yüzünden İngiltere İçişleri Bakanı bunu direk olmayan bir saldırı kabul ederek konferansı neredeyse engelliyordu. Fakat konferansı düzenleyenler, özellikle de müslüman İngilizler, İçişleri Bakanına karşı ciddî bir şekilde karşı çıkmasalardı konferans düzenlenmiyecekti. Bütün bu engellemeler; konferansın Hilâfet ve Filistin'de Yahudi devletini yıkmakla ilgili olduğundandı. Fakat konferans başka bir konuda olsaydı hiç engellenmeden kabul edilirdi.
2- Fransa, müslüman gençlere karşı bir tutuklama kampanyası başlatmıştır. Tutuklama bahaneleri de, Cezayir'deki müslümanlarla birlikte olup onları desteklemek. Halbuki onların da kanunlarında fikir ve düşünce özgürlüğü serbesttir. Fakat mevzu İslâm ve müslümanları ilgilendirdiği zaman kanunları dinlemezler.
3- Bosna-Hersek'te de durum bundan farklı değil. Çünkü orada da müslümanlara karşı vahşîce saldırılar yapılmakta ve birçok cinayet işlenmektedir. Amerika, orada İnsan Haklarını ve Uluslararası Kanunları unuttu.
c-) Müslüman beldelerde fesadı yaymak, insanların servetlerini yok etmek ve kuvvetlerini zayıflatmak için çalışmaları çok aşikârdır. Birleşmiş Milletlerin nüfus ile ilgili konferansı buna örnektir. Amerika bu konferansın Mısır'da; İslâm topraklarında yapılıp Konferansın tavsiyelerinin İslâm ülkelerine buradan yayılmasını istedi. Bu nedenle çalışmalarını bu yönde yaptı. Böylece bu tavsiyeler Mısır'ın tavsiyeleri ve Konferans da Mısır'ın konferansı olarak lanse edildi. Görüldüğü gibi konferansta ister açıklansın ister gizlensin, müslümanların duygularına darbe vurmak hedeflenmiştir. Konferansta açıklanan hedef, nüfus patlamasını önlemektir. Nedeni de dünyanın bu artışı besleyemeyeceği konumda olması olarak nitelendiriliyordu. Bu fikri de şeytanî bir şekilde süsleyerek anlatıyorlardı. Yani evliliğe götürmeyen zinayı tavsiye ediyorlardı. Bunun yanında fert bazında kalacak cinselliği yani homoseksuelliği tavsiye ediyorlardı ki doğum olmasın. Buna ek olarak bütün doğum kontrol yollarının caiz olduğunu, bu da kâfi gelmezse kürtajın da caiz olduğunu tavsiye ediyorlardı. Bütün bu problemler müslümanların akidelerini ve duygularını hedef alıyordu. Hem de bütün bunlar müslüman beldelerinin merkezinde bir müslüman beldede yapılıyordu.
Bu inandıkları ve açıkça söyledikleri gayelerinden maksat, Üçüncü Dünya ülklerinde ve özellikle de İslâm ülkelerindeki nüfus patlamasını önlemektir. Bu yolla kendi düşüncelerine göre var olan kaynaklar insanlara yetecek ve fakirlik problemine çare bulmuş olacaktı. Bu görüş doğru değildir. Fakirlik problemi, nüfusu azaltmakla çözülmez.. Bilâkis herkese hakkı vermek ve de servetin adil dağılımı ile çözülür. Bunların nüfusu azaltmak için sunduğu çözümler, müslümanların akideleriyle direkt olarak çelişir. Aslında bu yol asıl kötülükleri işlemek için yaptıkları bir kötülüktür. Onların asıl gözledikleri hedefleri Üçüncü Dünya ülkelerinin özellikle de İslâm ülkelerinin sakinlerinin kendilerine engel olmadan servetlerini emmek, bu yolla da kendilerini zayıf düşürüp onlara hakim olmaktır.
Fransız yazar Can Klud Şasnih; “İslâm, nüfusu ve iktisadının gelişmesiyle Avrupayı tehdit ediyor” demektedir. Birleşmiş Milletler büyük temsilcilerinden Amerikalı Dr. Frank Nut Şefani, Haziran 1990'da; "Üçüncü Dünya ülkeleri için uygulanacak iktisadı ve sanayiyi geliştirme programının, bu ülkelerin nüfus planlamasına mecbur edilmeden uygulanmasını tavsiye etmem" demektedir. Aynı zaman süreci içerisinde müslüman ülkelere bu yaptırımlar uygulanırken, Filistin'deki Yahudilere uygulanan geliştirme programında beş veya altı doğurmaya teşvik edilmekte, on çocuk doğuran anneye de kahramanlık lakabı verilmektedir.
Amerikan Millî Savunma müsteşarı, 16-10-'75'de Amerika'nın millî güvenliğinin gelişmekte olan bazı ülkelerin ve bu ülkelerde Amerika'nın çıkarlarını tehdit edecek kadar nüfusları artan kesimlerin enerji ve tabii kaynaklarına dayanmaktadır. Başkan Ciynalid Ford, Amerika'nın nüfus planlaması konusundaki siyasî stratejisine hizmet etmek için 13 tane ülke seçip onlara maddî yardım yapılmasını istemiş ve bu isteği de kabul edilmiştir. İslâm beldelerinden olan Pakistan, Bangladeş, Mısır, Nijerya, Endonezya ve Türkiye bunlardan bazılarıdır.
Clinton geçen ayki konuşmasında şunlara dikkat çekmişti : Amerika'nın diğer devletlere yardımının nüfus konferansına katılımlarına ve tavsiyelerini dinlemelerine bağlı olacağını belirtmiştir. Çünkü bu durum, Amerika'nın çıkarlarına hizmet edecektir. Bütün bunlar İslâm ve müslümanların fikirlerine, duygularına ve hayat nizamlarına açılmış şiddetli bir savaştır.
Değerli Kardeşlerim;
İslâm'ın ve müslümanların karşı karşıya kaldığı bu çirkin saldırıyı üç grubta toplayabiliriz :
1. Müslümanların Hilâfet sisteminin tekrar kurulmaması, vahdetlerinin oluşmaması ve kuvvet sahibi olmamaları için amansız maddî bir saldırı.
2. Filistin'de bir Yahudi devletini yerleştirmek, onu kabul etmek ve tanımak için maddî bir saldırı.
3. Yukarıdaki bu iki maddeyi destekleyici şekilde temel esaslara saldırı ve inanan insanların şahsiyetlerini ayakta tutan ana esaslara saldırarak kendi devletlerini yerleştirmek için yaptırımcı bir saldırı.
Mesele herhangi bir milletin problemlerle karşılaşması değildir. Bu, uluslararası planda milletlerin var oluşunda var olan bir gerçektir. Önemli olan bu problemlerin karşısında teslim olmayıp, zayıflık göstermemektir. İslâm ümmeti bir çok zor problemlere tek başına karşı gelebilmiş diri bir ümmettir. Bu ümmet cahiliyyenin, Yahudilerin, Fransızların, Rumların fikrî saptırıcı problemlerine ve de sayılı bir çok eski felsefeye karşı gelebilmiştir. Bunların yanında Fransızların, Rumların, Haçlıların, Tatarların maddî problemlerine gereken cevabı verebilmiş ve nihaî zafer müslümanların olmuştur.
Karşılaştığımız problemler sadece bunlar değildir. Bunlara karşı koymak zor da değildir. Bunlara karşı koymak çizgisinde (metodunda) ciddî olan hakkıyla çalışan ve elinden geleni yapanlar için zor değildir.
1-) Hilâfet, sadece anlatılan bir nazariye değildir. Çünkü müslümanların 14 asır boyunca yaşattıkları, bu zamanda dünyanın efendisi oldukları ve iyiliği yaydıkları yaşanmış bir gerçektir. Fethettikleri yerin halkından kendilerini üstün görmüyorlardı. Çünkü Allah'ın indinde en iyiler takvası en çok olanlardır.
Resulullah'ın Medine'de devleti kurduğu gibi inşaallah biz de amellerimizde sadık olup Resulullah'la karşılaşacağımıza inanıyorsak biz de bu devleti kurmaya kadiriz.
2-) Müslümanların Yahudiler karşısında yenilgisi, askerî olduğu kadar siyasî de olmuştur. Onun için müslümanları öldürmek kolaylaşmıştır.
Fakat müslümanların ülkesindeki (başkan) Yahudilere karşı genel bir seferberlik ilân etse, inananlar şehit olmak için birbirleriyle yarışırlardı. Haçlıların Hittin'de yenilip kaçmalarıyla başlamaları, Tatarların Calut Çeşmesi'nde yenilip kaçmaya başlamaları gibi Yahudiler de inananların bu azmi karşısında kaçmaya başlarlardı.
3-) Yeni meselelere çözüm bulmak için ortaya atılmış saptırıcı fikir ve kavramlara rağmen, araştıran veya araştırmayan bir müslüman dahi olsa, İslâm dininin öteki dinlerden ayrı eksiksiz bir din olduğunu, toplumdaki bütün problemlere çözüm getirebilecek sağlam inançlara sahip olduğunu bilir.
A--) İslâm, uluslararası ilişkileri sınıflandırmış ve de devletleri İslâm Devleti karşısında beşe ayırmıştır.
1-- İslâm toprakları içerisinde bulunan aynı hukuk ve gerekleri yerine getiren bir devlet. Bununla olan ilişkiler dış siyasete bağlı ilişkiler olarak kabul edilmez.
2-- Anlaşmalı devletler. Bunların şartları İslâm'a uygun ise kabul edilir, yoksa anlaşma red edilir.
3-- Hüküm olarak İslâm Devleti ile savaş halinde olan devletler. Bunlarla diplomatik ilişkiler araştırılır, uygunsa anlaşmalar yapılır.
4-- İslâm topraklarında bulunan sömürgeci devletler. Bunlarla diplomatik ilişkiler haram kılınır.
5-- Direkt olarak İslâm ile savaş halinde olan devletler. Yahudi devletinin Filistin'de yaptığı gibi.. Böyle devletlerle hangi tür ilişki olursa olsun haram olur. Fiilî olarak da onunla savaş devam eder. Ta ki onların devleti yıkılıp Filistin İslâm topraklarına dahil olsun.
B--) Uluslararası kanun ve örgütler; İslâm Devleti ile savaşmak ve de Osmanlı Devleti yıkıldıktan sonra yaşanan bazı İslâmî kurallar kalmışsa, onları da yıkmak için vardırlar.
Şu bir gerçektir ki; uluslararası örgütler ilga edilip, yerine uluslararası örgüte yakışacak, bütün ülkelerin olurunu (desteğini) alabilecek sağlam temellere dayalı kurallar koymak gerekir. Meselâ; elçilere güzel muamelede bulunmak kuralı buna örnek sayılabilir. Bu düzenlemeler sadece bir devletin veya büyük devletlerin kendi kendilerine bir kural koyup, askerî ve fikrî yönden yaptırımlar uygulayarak kabul ettirmeleri değil, bizzat bütün devletlerin hür iradelerini kullanarak destekleyebilecekleri bir şekilde olması gerekir.
C--) İslâm, mülkiyet konusunu güzel bir şekilde düzenlemiştir. Ferdî mülkiyet korunmuştur (vardır). Kamu mülkiyeti ise; petrol yatakları, tükenmez madenler, nehirler ve şehir meydanları gibi toplumun yararlandığı yerlerdir. Devlet mülkiyeti ise; vergiler, haraç ve cizye gibileridir. Devlet bunlardan bir kısmını mülkü az olan kimseye verir ki mal dağılımında bir eşitlik olsun ve mal sadece zenginlerin arasında dönmesin. Devlet fakirlerin ihtiyacını, cihad masraflarını ve kendi ihtiyaçlarını devlet hazinesinden karşılayamıyacağı zaman zenginlerden vergi alır. Bu istenilen vergiler ihtiyaç kadarıyla alınır ve ihtiyaç bitince de istenilen bu vergiden vazgeçilir. Bu vergiler gayrimüslim zenginlerden değil sadece müslüman zenginlerden alınır.
Devlet, fertlerin aslî ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Bu aslî ihtiyaçlar; yiyecek, giyecek ve barınaktır (evdir). Ayrıca toplumun aslî ihtiyaçları olan sağlık, eğitim ve güvenlik konularından da sorumludur.
D--) İslâm; sanayi ve kaynaklar konusunda fabrikanın işlediği maddeyi esas alarak hüküm verir. Meselâ; demir üreten fabrikalar kamu mülkiyetine girer. Çünkü yeraltı kaynakları kamu mülkiyetine girer. Fakat yün, dokuma ferdî mülkiyete girer. Çünkü elbiseler ferdî mülkiyettir. Enerji kaynağı da fabrikalarda aletleri çalıştıracak ısı gücü olarak kullanılırsa, bu kamu mülkiyetine girer. Fakat evlerde lambaları yakmak için kullanılırsa, bu takdirde bu kaynağa fert olarak sahip olmak caizdir.
E--) Fakat yönetim ve yönetim işlerini, anayasa ve kanunları koymak İslâm'ın hakkıdır. İslâm; bunu İslâm ümmetine vermiştir. Çünkü İslâm'ın devlette iyi tatbik edilmesi dünyaya taşınması için çaba harcanması siyasî alanda gösterilmesi yükümlülüklerini İslâm ümmeti taşır.
Yönetim herhangi bir kavme, herhangi bi gruba veya herhangi bir ırka vermemiştir. Yönetim, sadece İslâm'ın hakkıdır.
İslâm, İslâm akidesini devletin esası sayar. Bununla birlikte müslüman olsun gayri müslim olsun müslümanların tabiyeti altında yaşayan herkesi şerî hükümlere bağlı kılmaya mecbur kılar. Bütün müslümanlar İslâm'ın mesuliyetini taşırlar. Din adamları sadece ibadet, devlet adamları da sadece hükümlerden sorumlu değildirler. Bilâkis herkes İslâm'ın mesuliyetini gücü yettiği kadar taşır.
İslâm sistemi, federatif bir sistem değil uniter bir sistemdir. İslâm Devleti, Hilâfet Devleti'dir. "Birdir". Müslümanların Halifesi de birdir. İslâm'da hüküm merkezî olmak zorundadır. İdare ise merkezî olmayabilir.
Ayrıca İslâm, Halifenin erkek olmasını gerekli kılar. Kadının Halife olması yasaklanmıştır. Fakat Şura Meclisinde erkek gibi üyelik hakkı tanımıştır. Ayrıca Şurayı gerekli ve mendup kılmıştır.
İslâm, ümmete reisini/halifeyi rıza ile seçme yükümlülüğü yüklemiştir. Ayrıca onu gerektiği zaman hesaba çekmeyi de farz kılmıştır. Bu ister İslâm akidesine göre kurulmuş siyasî grublar tarafından yapılsın, ister fert tarafından yapılsın hiç taviz verilmeden uygulanmasını istemiştir.
Bütün bu anlatılanlar konuyu anlatmak için yeterlidir. Açıklamak için daha fazla örneğe gerek yoktur sanırım.
Değerli Kardeşlerim,
İslâm anayasa ve kanunlar için temel kaynakları Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas olarak belirtmiştir. Bütün meseleler ya doğrudan ya da içtihat yaparak şerî naslarla çözülür.
Son olarak şunları belirtmek istiyorum :
Biz bu problemlerin çok zor olduğunu inkâr etmiyoruz. Bununla birlikte Allah'ın izniyle bu problemlerin üstesinden gelmeye kadiriz.
Biz İslâm'ın sadece hayata hakim olmasıyla mutmain olmayacağız. Bilâkis gündüz ve gecenin ulaştığı her yere İslâm'ın ulaşmasıyla ancak mutmain oluruz.
Hilâfet'in tekrar kurulmasıyla yetinmeyeceğiz. Bilâkis İstanbul fethedildikten sonra Roma'yı da fethedip İslâm Devletini dünyada en büyük devlet yapacağız.
Aynı şekilde biz sadece Kudüs, Gazze ve Batı Şeria'yı tekrar İslâm memleketlerine iade edecek değil, bütün Filistin'i kurtarıp Yahudilerin kökünü kazıyacağız.
Biz sadece başkalarına İslâm'ın asrın problemlerine çözüm getirecek güçte olduğunu ispat etmeğe değil, bilâkis onların bu doğruyu gözleriyle göreceklerine inanıyoruz.
Evet Değerli Kardeşlerim,
Bunlar ütopya ve hayalî düşünceler değildir. Bilâkis bunlar Rabbımızın Yüce Kitabında var olan ayetlerinde, Allah Resulü'nün sahih hadislerinde ve İslâm davasını taşıyan insanların sert direnişlerinde ve de ümmetin tekrar uyanıp dine yönelmesinde görmekteyiz. Allah'ın izniyle bunlar olacaktır. Bugün olmazsa yarın olacaktır. Yarın, yarını bekleyenler için çok yakındır.
"Bunu kısa bir zaman sonra göreceksiniz."
|
||||||
Bu Makaleyi İndirmek İçin Lütfen Tıklayınız!
|
|