Basında Hizb-ut Tahrir Haberleri

 

12 Kasım 2008

Türkiye Danimarka benzerliği
YAZARLAR/UZEYIR TIRELI

 

Başbakan Erdoğan geçenlerde İstanbul’da meydana gelen olaylar üzerine verdiği bir demeçte ’halk kendini koruyacaktır’ dedi.


HABER gazetesi genellikle Danimarka’daki sorunlar ve göçmenler meselesiyle ilgileniyor, ama gerek Türkiye’deki gelişmeler gerekse Başbakanın açıklamaları Danimarka’daki gelişmelerle öyle bir paralelik içinde ki, bu gelişmeleri göz ardı etmek mümkün değil.

 

Bilindiği gibi Erdoğan yukarıdaki ifadeyi bir gösteride çıkan çatışmalar üzerine kullandı. Olay Türk basınına göre bir grup Kürt göstericinin PKK’yi desteklemek için sokaklara dökülmesiyle başlıyor. Polisle çatışan gruba bir ara ’sıradan’ bir vatandaş pompalı tüfeğini alarak havaya bir kaç kez ateş ederek bu gruba meydan okuyor. Bu olayın Erdoğan’a hatırlatılması üzerine Erdoğan ’halk kendini koruyacaktır’ diyor. Yani Başbakan bu vatandaşın pompalı tüfekle ateş etmesini ve Kürt gruplara karşı koymasını onaylıyor. Dolayısıyla da tüm vatandaşların Kürt gruplarına karşı çıkmaya davet ediyor.


Bu tür ifadeler herşeyden önce bir Başbakana yakışmayan ifadeler. Bakanlar, gazeteciler, yazarlar ve bilim adamları gibi kültürel ve politik kimlikler topluma hedef gösterirler, toplumsal kimliğin belirlenmesinde rol oynarlar. Toplumsal huzur bu tür insanların temel görevidir. Halkı sükunete davet etmek, dayanışmaya çağırmak, herkese eşit davranmak ve toplumsal huzur yaratmak bu tür insanların temel görev ve hedefidir. Böyle de olmalıdır.

 

Hatırlanacağı gibi Danimarka’da bu görevi Kraliçe yeni yıl konuşmalarında zaman zaman yerine getirmiştir. Bir yıl boyunca medyanın, değişik partilerin ve bazı toplumsal kesimlerin hedefi haline gelmiş etnik gruplar, Kraliçenin yeni yıl konuşmalarından sonra rahat bir nefes alabilmiş, kısa bir sürede olsa toplumsal barışa inanmıştır.


Maalesef Başbakanın Erdoğan’ın sözleri toplumda huzur değil huzursuzluk yaratılması yönünde. O insanların silah alıp ’kendi sorunlarını kendilerinin çözmesinden’ yana. Bir devlet adamının Türkiye’yi ’Texas’ yapalım demesi anlaşılır gibi değil. Türkiye zaten bu tür ’davetlere’ çok açık ve hatta davet bile almadan bu şekilde hareket eden bir toplum. ’Mahallemizin kızına baktın’ diye gençleri cezalandıran, ’kan davası’ diye insan öldüren, ’içki içiyorsun, müzik dinliyorsun’ diye insanı linç eden bir toplumda, ’halk kendini korur’ demek, ’ateşe körükle’ giymek anlamına gelir.  Halbuki Başbakanlar ateşe suyla gitmeli. Aksi halde polise ve adalete ne gerek var.

 

Başbakanı toplumda huzursuzluk yaratmak ve etnik grupları karşı karşıya getirmekle itham etmek, bazı kesimlerde ’sen PKK terörünü destekliyor musun?’ gibi sorular sormaya yöneltecektir. Benzeri olaylar ve sorular Danimarka’da da soruluyor. Herhangi biri hükümetin etnik azınlıklar üzerindeki baskı ve politikasını eleştirse, ’sen entegrasyona karşı mısın?’ ya da ’sen Hizb ut-Tahrir’i mi destekliyorsun’ deniyor. Böylece demokratik bir tartışmanın önü kesiliyor, ayrımcı politikalar ve söylemler devam ediyor.

 
Bir başka deyişle, başbakanı halklar arası huzursuzluğa itiyorsun demek, otomatikman PKK yanlısı olmak anlamını gelmiyor ve gelmemeli. O konu ayrı bir tartışma konusu. Bugünkü mesele Başbakanların (ve benzeri makam ve kimliklerin) toplum huzur ve barışında oynadıkları rol. Nasılki Danimarka makamlarından, medyasından, politik ve kültürel kimliklerinden göçmenleri kabul etmelerini ve eşitlikçi davranmalarını istiyorsak, Türkiye’den de aynı şeyleri etnik ve dini azınlıklar içinde istemeliyiz.


tireli@haber.dk

 

Kaynak:

http://www.haber.dk/anasayfa/modules.php?name=News&file=article&sid=2264