Basında Hizb-ut Tahrir Haberleri

 

13 Ekim 2008

Siyonistlerin Korkulu Rüyası

Direniş kelimesi düşmana meydan okumak

 

Haber Merkezi/Davethaber

 

Direniş kelimesi düşmana meydan okumak ve onun karşısında durmak anlamına gelse de Araplarda direniş inanç, dini savaş ve sonu olmayan cihad mesabesindedir.

 

Şu aralar Siyonist araştırma merkezlerini en çok meşgul eden konu, Arap dünyasındaki direniş örgütlerinin konumudur. Özellikle, bu örgütlerle olan savaş gereğinden fazla uzamış ve Siyonist ordu şu ana kadar bunlardan kurtulmak için bir yol bulamamıştır. Bu sebepten Siyonist gazeteci Ehud Yaari, Ekim savaşının 35. yıldönümünde “Arap dünyası ve yeni savaş inancı” başlıklı özel bir araştırma kapsamında, bu ayın başında Bar İlan Üniversitesine bağlı Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezinde yayınlanan önemli bir araştırma hazırladı.

 

Yaari araştırmada, Arap ülkelerindeki savaş inancında meydana gelen değişimlerle ilgili bakış açısını ortaya koydu. Konuşmasına, araştırmasında Araplardaki direniş inancından bahsetmeye çalıştığını vurgulayarak başladı. Bu inancın Arap dünyasında daha çok askeri inanç olarak yaygınlık kazandığına işaret etti. Direniş kelimesi düşmana meydan okumak ve onun karşısında durmak anlamına gelse de Araplarda direniş inanç, dini savaş ve sonu olmayan cihad mesabesindedir. Direniş bu anlamıyla, Arap dünyasında son senelerde ortaya çıktı ve dikkat çekici bir şekilde artış gösterdi.

 

Siyonist uzman, araştırmasında teorisinin doğruluğunu ispatlayacak bazı işaretlere yer verdi. Dikkat çeken durum, Arap dünyasında birçok kitabın ortaya çıkmış olmasıdır. Aralarında “Arapları Tarihten Silmek” adlı kitabında olduğu bazı yayınlar satış rekoru kırdı. Bu durum, Araplardaki yaygın inancı yansıtmaktadır. Yaari, son zamanlarda Arap dünyasının tehlikeli bir kriz içerisinde olduğunu düşünüyor. Bu krizin tehlikesinin ve kültürel getirilerinin, Arapların 1948 savaşı ve bunun akabinde oluşan değişim dalgalanmaları sonucu yaşadığı büyük krizden daha basit olmadığı kanısında.

 

Direniş Kamplarındaki Parçalanma

 

Yaari araştırmasında, şu an direniş inancını Arap ve İslam âleminde birbiriyle rekabet halinde olan üç kampın benimsediğine işaret etti. Bu üç kamp, dünyadaki tek kutup olan Amerika’nın yıldızının-en azından Asya’da- söndüğü düşüncesiyle onun başarısızlığının meyvesini toplamak için yarışıyor. Bu kampların ilki el-Kaide ve onun dünyanın dört bir yanına dağılmış grupları. Aynı şekilde bu gruba Hizbut Tahrir’i de sokabiliriz. Bu örgüt İsrail’de askeri faaliyet düzenlemiyor fakat varlığını muhafaza eden ve aktif bir örgüt. Ancak ben onun da el-Kaide gibi askeri faaliyetlere karışmasından korkuyorum. Bunlardan sonra radikal Şii kampın olduğu ikinci grup gelmektedir. Bu grupta, İran Devrim Muhafızları ve Nasrallah liderliğindeki Hizbullah bulunmaktadır. Son olarak üçüncü grubun temsilcisi ise İhvan-ı Müslimin, ona bağlı hareketler ve Hamas’tır.

 

Üç Kamp Arasındaki Nefret Hali

 

Yaari üç kamp olmasına rağmen bir kampın diğerinin takipçilerinin kanını mubah görecek derecede birbirlerinden nefret ettiklerine ve uyum sağlayamadıklarına işaret ediyor. Bu kamplar aralarında hiçbir yardımlaşma ve ortaklık olmasa da bir araya gelmekte ve bir yöne yönelmektedirler. Ortak oldukları tek şey direniş inancıdır ve bu inanç geçtiğimiz seneler içerisinde dikkate şayan bir şekilde artış göstermiştir.

 

Siyonist uzman, araştırmasının 2. kısmında Arapların direniş inancının en önemli noktalarına değineceğini açıkladı ve şöyle dedi: “İlk nokta zafer kazanmaya çalışmamaktır. Bu temele göre İsraillilerin, Amerikalıların ve Afganistan’daki NATO’nun, temel hedefi zafer kazanmak olmayan bir düşmanla karşılaştıklarını bilmeleri gerekir. Aksine bu düşman diğer tarafın zafer kazanmasına engel olarak onlara başka bir hedef sunmaktadır. Bunun, Portekizlilerin Osmanlı donanmasını yendiği ya da bazılarının dediği gibi Napolyon’un Mısır’a girişinden ya da Osmanlıların Viyana kapılarından dönmesinden beri ilk defa olan bir şey olduğunu görüyoruz. Herkes kendi istediği ve İslam âleminin Batının askeri teknolojisine karşı koyabilmek için doğru yolu bulduğunu düşündüğü zaman dilimini seçiyor. Bu yol ise; diğer tarafın zafer kazanmaması için çalışmak oluyor.

 

İkinci nokta, bu kampların yönettiği farklı savaş hallerinde bile savaşı sonlandırma çabasının olmayışıdır. Savaşı bitirmek ve çözüme gitmek zorunlu değildir. Temel aldıkları görüş; bedeli ne olursa olsun savaşa devam etmektir. Savaşta zafer kazanmak önemli değildir çünkü kendileri için belirledikleri zaman dilimi birkaç nesil devam edecektir.

 

Şeyh Ahmet Yasin İsrail’in Zevalini Haber Veriyor

 

Ahmet Yasin’in daima İsrail devletinin fani olduğunu söylediğini hatırlamalıyız. Bir defasında İsrail’in yok olacağı tarihi 2027 yılı olarak belirlemişti. Son dönemde Arap dünyasının, İsrail’in yok olacağı zamanı işleyen İslami kitap furyasına tanık olduğunu görüyoruz. Şu an Kahire’de en çok satan kitap, İsrail ile Sovyetleri karşılaştıran ve Sovyetlerin ömrünün 70 yıl olduğu ve İsrail’in ömrünün de 70 yıl olacağını –daha az ya da çok olabilir- söyleyen kitaptır. Yani bu kitap, bu nesilden zafer kazanmasının değil, 2. ya da 3. neslin gelip zafer kazanıncaya dek kendisini feda etmesinin istendiğini açıklıyor.

 

Üçüncü nokta; diğer tarafın düşman karşısında -bu düşman ister İsrail, Amerika ister NATO ordusu olsun- askeri alanda başarısızlığını itiraf etmesidir. Fakat bu zayıf nokta hareket noktası olarak kullanılmaktadır Bu durumun en güzel örneğini, 2006’daki 2. Lübnan savaşından sonra Beşar Esad’ın Şam Üniversitesinde yaptığı konuşmada görebiliriz. Esad o vakit şunları söylemişti: “Barış, tek yol olmasa bile stratejik seçeneğimizdir. Aslında direniş gibi başka seçenekler de bulunmaktadır.” Burada Esad’ın bu sözleriyle savaş inancını kastettiğini görüyoruz.

 

Esad’ın bu sözlerle babasından aldığı mirası hiçe saydığını zikretmekte yarar var. Çünkü babası bir taraftan İsrail’le diğer taraftan Arap dünyasıyla stratejik dengeyi kurmaktan bahsediyordu. Fakat şimdi zayıflık ve askeri üstünlük sağlayamama, direniş düğmesine basılmasına sebep oldu. Direniş artık utanılacak bir durum değil övünülecek bir değerdir.

 

Dördüncü noktada Yaari, dini düzeyde bu grupların çıkardığı savaşların toprak savaşı değil kan dökme savaşı olduğuna işaret ediyor. Böylece Amerikan ordusu Irak’a girip Saddam hükümetini düşürebiliyor, Bağdat’ta kalabiliyor fakat zafer kazanamıyor.

 

Obama’nın Gazze’ye askeri operasyon düzenlenmesinin yakın olduğu yönünde yaptığı uyarısının ardından, son zamanlarda Hamas liderlerinin İsrailli liderlere “Gazze’ye girebilirsiniz fakat bu size zaferi garanti edecek mi? Afganistan’a, Somali’ye ve diğer savaş meydanlarına bakın” dediklerini görüyoruz.

 

Beşinci nokta, bu radikallerin ölüme bakışlarıyla alakalıdır. Bu kişiler, ömür ne kadar kısa olursa o kadar iyi olacağını düşünmekteler. Ölüm onlar için direniş silahı sayılmaktadır. Bu yüzden, Gazze’de düzenlenen Filistin yasama meclisinin oturumlarından birinde İsmail Heniyye’nin “Biz bakan olmak için değil kılıçlarımızla ölmek için seçildik” dediğine tanık oluyoruz.

 

Filistin üniversitelerinde okutulan edebiyat dikkatle incelenirse, bu edebiyatın çok ciddi ve nesnel bir şekilde ölümle ve şehidin yaşayacağı ebedi hayatla ilgili bakış açısından doğan soruları ele aldığını görürüz. Buna ek olarak büyük İslam şeyhleri de bu şehitleri bekleyen iri gözlü hurilerden, şehit kadınların da onlardan önce ölmüş olan şehitlerden dilediklerini eş olarak seçebileceklerinden bahsetmektedir. Bütün bunlar Müslüman genci şehit olmaya sevk etmektedir.

 

Örnek Olarak Irak İslam Devleti

 

Arapların savaş inancıyla alakalı altıncı nokta bu radikallerin devlete, zorunlu siyasi bir kurum olarak bakmamalarıdır. Onlar devleti faydasız, hiçbir şeye hizmet etmez bir kurum olarak addediyorlar. Arap devleti kavramının başarısız bir kavram olduğunu düşünüyor, kendilerinin düzenli Arap ordularından daha iyi savaştıklarını aynı zamanda da Arap halkları için toplumsal hizmetler sunduklarını söylüyorlar. Bu yüzden daima şunu soruyorlar: Sykes Picot anlaşmasıyla oluşmuş Arap devletine ne gerek var?

 

Yaari, Irak İslam Emirliği olarak adlandırılan şeye baktığımızda onların bu emirlik için, değişmez bölgesel sınırları olan hatta gelecekte olması beklenen bir toprak parçasından bahsetmediklerini görürüz diyor. Çünkü onlar önemli olanın sistem ya da sınır değil yönetim olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden bu inancın propagandasını yapanların özgürlük davetçisi ya da vatanlarını bağımsızlaştırmaya gelmiş vatanseverler olmadıklarını görürüz. Onlar sadece yapısı gereği sınır tanımayan İslamı ve hilafeti yeniden diriltmek için savaşırlar. Bu, farklı eğilimlerine rağmen bütün radikal İslami grupların ortak inancıdır. Bu inanca göre seçilmiş tek bir savaş alanı yoktur. Burada savaş birbirine üstünlüğü olmayan farklı alanlarda yapılır.

 

Aynı zamanda bu inanç kısa vadeli de değildir. Nesiller boyu sürecek bir mücadeleden bahseder. Yani burada sen, askerlerden oluşan bütün bir nesli savaş meydanına gönderen bir düşmanla karşı karşıyasın. Bu kişiler başlangıçtan itibaren kafalarına savaşa gittiklerini, kendilerinden zafer kazanmalarının beklenmediğini kazıdılar. Bunun için böyle bir düşmanın normal düşmandan ve zafer peşinde koşan sistemli ordudan farklı olduğunu görürüz.

 

Yaari araştırmasını şu sözlerle tamamlıyor: “Bu inanca karşı koymak farklı alanlarda onu yok etme başarısı getirmez. Bu inanca bağlı olanların faaliyetlerinde Mısır, Arabistan ve Cezayir’de olduğu gibi azalma görülen alanlar olsa bile tam olarak son bulmuş değildir.”

 

Kaynak:

http://www.aydinses.com/modules.php?name=News&file=article&sid=14746