Basında Hizb-ut Tahrir Haberleri

 

Eleştiri 3, Yeniden Milli Mücadele Sorgulanmalıdır!-1, Necmettin Erişen

 
(Site Notu: YMM tarihinin farklı bakış açıları ile değerlendirilebilmesi adına sitemizde eleştirilere de yer vereceğiz, bir mücadeleci olarak zannediyorum ki bu eleştiriler kimseyi rencide etmeyecektir)

Siz 12 Mart 1971 askeri darbesinin kapattırdığı Mücadele Birliği(MB)'nin Genel Başkanı idiniz. Yeniden Milli Mücadele (YMM) mecmuası da bu teşkilat bağlılarınca çıkartıldı. Bize Mücadele Birliği'nin misyonu ve YMM dergisinin bu misyonu taşımadaki rolü hakkında kısaca bir açıklamada bulunur musunuz?

MB başlangıç itibariyle İslam'a gönül vermiş arkadaşlar tarafından kurulmuştur. Bu arkadaşlar hem ibadi, hem fikri, hem siyasi olarak İslam'a yaşamaya azmetmiş arkadaşlardı. İslam'ı anlamak ve anlatmakla kendilerini görevli sayıyorlardı.

Komünistlerin hücre, masonların loca faaliyetleri vardı. İslam'ı yozlaştırma amacını güden birçok kulüpler, gizli ve açık faaliyet gösteriyorlardı. Türkiye'de İslam'a düşman devletlerin ajanları faaliyet gösteriyorlardı. Türkiye'de insanların İslam'dan uzaklaşabilmeleri için birçok gayret gösteriliyordu. Bunların önüne çıkabilecek ve onlardan çok daha güçlü olabilecek bir faaliyetin yapılmasının gerekliliğine inanıyorduk. Ve Allah'a dayananların daha güçlü olacağı inancıyla hareket ediyorduk.

Hz. Muhammed küfrün göbeğinde, çok daha azgın olan insanların arasında nasıl çalışmışsa, nasıl başarıya ulaşmışsa biz de başarılı olup, cahiliyyeyi yenebilirdik. İşte arkadaşlarımızla bu ciddiyette bir çalışma yapmaya karar verdik.

Uzun müddet Kur'an-ı Kerim'in üzerinde çalıştık, ayetleri konularına göre tasnifledik. Hareket kabiliyetimizi geliştirecek bütün ayetleri ezberledik. Önemli hadisleri derledik. Konya'da birbirine çok yakın 4-5 arkadaş böyle bir çalışma içinde olduk. Sonunda o döneme göre yoğun bir bilgi birikimine sahip olduk. Etrafa etki edecek canlı bir bakışa ve hayatın içinde bir imana sahiptik.

Konya'da bu çalışmaları yaparken, İstanbul'da ve Türkiye'nin değişik illerinde bu çalışmalarımız yavaş yavaş duyulmaya başlandı. İrtibatlarımız arttı. Bu irtibatlarımızı ve birikimimizi bir dernek çatısı altında teşkilatlarına fikri gündeme geldi. Türkiye'deki, İslam dünyasındaki ve dünyadaki bu tür teşkilatlanmaların nasıl olduğunu, başarıya ulaşmış veya ulaşmamış çalışmaları gözden geçirdik. Sonuçta çalışmalarımızda bir adım olsun diye resmi bir kuruluş olarak Mücadele Birliğini 1967'de oluşturduk. Merkezini Konya'da açtık.

O dönemde İslam dünyasından gündeminize giren veya hakkında araştırma yaptığınız hareketler ve teşkilatlar oldu mu?

Biz Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nde iken Şam'da, Bağdat'ta, Kahire'de okuyan arkadaşlarımız ve öğretim görevlilerimiz vardı. Mısır'da okuyan Abdülkadir Şener, Seyyid Kutup'tan bahsediyordu, İhvan-ı Müslimin'i tanıtıyordu. Şam'da Mustafa Sıbai'nin talebesi olarak okuyan Mustafa Kapçı arkadaşımız vardı. Bağdat'ta okuyan hocalarımızdan Hüseyin Küçükkılınç, Ali Ara, Şevket Meraki de bizleri o bölgedeki İslami hareketlerden ve fikri tartışmalardan haberdar ediyorlardı.

O zaman şu düşüncedeydik: Ekonomik, ideolojik, sosyolojik bütün sıkıntılar, buhranlar İslam'dan uzak kaldığımız için bizi kuşatmıştı. İslam'da ruhban sınıfı olmadığından herkesin İslam'ı anlaması ve anlatması gerekmekteydi. Bunun için ciddi bir gayretin, takibin içindeydik. Allah'tan uzaklaşıldığı, Kur'an'dan uzaklaşıldığı için insanlarımızın buhran içinde olduğuna inanıyorduk.

Bu konuları konuştuğumuz arkadaşlarla o zaman Konya Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti adına "Yeni Ümit" dergisini çıkartmıştık, Bu dergide yazı yazmaya alışan birçok arkadaşımız oldu. Bu dergi çevresinde yapılan çalışmalarda bulunan arkadaşların birçoğu fikir ve kültür hayatında önemli roller aldılar. "Yeni Ümit" dergisi bizim için İslam'ı anlatmada topluma açılış kapısı oldu. Mevdudi'nin, Seyyid Kutub'un kitaplarının tesirindeydik. Adana'dan beri arkadaşımız olan Abdülkadir Şener o zaman "Yoldaki İşaretler" kitabını çevirdiği için yargılanmış ve hapsedilmişti.

Afyon'da Aykut Edibali ve Yavuz Arslan Argun da bu tür çalışmalar yapıyorlarmış. Onlarla da Mevlut Baltacı, İrfan Küçükköy aracılığıyla tanıştık. Mevlut Baltacı, Kemal Yaman, Mevlüt İslamoğlu, İrfan Küçükköy Konya'da birlikte olduğumuz arkadaşlardı. O sırada Konya Milliyetçiler Derneği Şubesi'ni bize verdiler. Orada bildiriler neşrettik. Örneğin Konya'da Hz. Aişe'ye saldıran bir filmin oynatılamayacağı hakkında veya Hizbu't Tahrir aleyhinde ve benzeri bildirilerdi bunlar.

Hizbu't Tahrir hakkında bilgileriniz neye dayanıyordu?

Aslında Hizbu't Tahrir hakkında çok fazla bir bilgimiz yoktu. Afyon'da, İstanbul'da çalışan arkadaşların temasları ve İslami çalışmaları oluyormuş. Afyon'da Rasim Hancıoğlu, Dr. Haluk Nurbaki ile Aykut Edibali ve bazı arkadaşlarının Hizbu't Tahrirle temasları varmış.

Hizbu't Tahrir hakkındaki kanaatinize Afyon'daki arkadaşların aktarımı ile mi sahip olmuştunuz?

Afyonlu arkadaşlar yaz aylarında Konya'ya gelmişlerdi ve Hizbu't Tahrir hakkındaki bilgileri de bizlere onlar aktardı. Zaman zaman Mehmet Emin Alpkan da İstanbul'dan Konya'ya geliyordu. Ve Hizbu't Tahrir aleyhinde birçok malumatlar rivayet ediyorlardı. Böylece Milliyetçiler Derneği, Hizbu't Tahrir faaliyetleri aleyhinde bir bildiri neşretti. Öyle sanıyorum ki bu bildiri, Afyon ve İstanbul'dan tanıştığımız arkadaşların Hizbu't Tahrir ile yaptıkları çalışmaları terk ettiklerinin bir ilanı yerine geçmişti. Bu kanaate de daha sonraları ulaştık. Yoksa bizim doğrudan bir bilgimiz olmadı.

İşte MB bu tür çalışmaların ve ilişkilerin neticesinde kuruldu. Bir müddet sonra da kültürel birikimlerimizi yansıtacağımız, görüşlerimizi gündeme sokacağımız ve hareket olarak aleyhimizde üretilen dedikoduları cevaplayacağımız bir dergi çıkartma ihtiyacı içine girdik. Tahir Büyükkörükçü gibi bazı müftüler doğrudan aleyhimizde kampanyalar açıyorlar; cami cemaatini komünistlerle değil o dönem "kadizadeler" diye suçladıkları bizlerle uğraşmaya davet ediyorlardı.

YMM dergisi nasıl bir karar aşamasından sonra çıkartıldı?

MB İstişare Heyeti olarak bir dergi çıkartmaya karar vermiştik. Dergi İstanbul'da çıkacaktı. Teknik düzenlemesini İstanbul'daki arkadaşlara bırakmıştık. Çok dar maddi imkanlar içindeydik. Ancak finansmanı kendi harçlıklarımızla, hanımlarımızın bozdurduğu bilezikleriyle, maaşlarımızla sağladık. Sonra arkadaşlarımız bu dergiyi, çıktıktan sonra bulundukları bölgelerde satmaya başladılar. Çok dergi satılıyordu.

Bilgi ve arşiv birikimimiz dergide değerlendiriliyordu. Geniş çapta basını takip etmiş, binlerce dosya oluşturmuştuk. Bu dosyalar YMM dergisinin beslenme kaynağı oldu.

3 Şubat 1970 tarihinde çıkmaya başlayan YMM mecmuasının yayın politikasına bugünden baktığımız zaman -her ne kadar bu dergiyi çıkartanların İslami bir mücadele hedefi güttükleri ifade edilse de- sanki İslami kimlik gizleniyormuş gibi gözüküyor. Bu açıdan baktığımızda gerçekten YMM dergisinin yayın politikasında İslamcı bir çizgi mi, yoksa o günlerin İslami birikim yetersizliği dolayısıyla içinden sıyrılamayan Türk-İslamcı çizgi mi ağırlığını hissettiriyordu?

Haddizatında daha sonraki hal ve hareketlerimize bakıldığında, birlikteliğimizin fikri planda bir potada eriyip, kaynaşmamış olduğu görülüyor. Mesela biz İslam üzere olalım, bütün müslümanlarla kaynaşalım diye yola çıkmışız; bunun içinde hiç bir kavmi rahatsızlığı olmayan bir teşkilat olsun gayesiyle MB'yi kurmuşuz. Ama daha sonra milli kokular cemaati rahatsız etmiştir. Arkadaşlardan bazıları kendi ırki saplantılarına dönmüşlerdir.

Yalnız bu konuda başka önemli bir örnek daha var. YMM hareketinin ve derginin temel politikasını belirleyen ve derginin ilk sayılarından itibaren tefrika edilen "İlmi Sağ" isimli teorik bir tez söz konusu. Bu teorik yazı diğer görüş ve yazılarda da görüldüğü gibi, YMM anlayışını fikri ve siyasi planda belirleme iddiasında "İlmi Sağ"da dünyadaki ideolojik çatışmalar ikiye bölünüp komünizm ve kapitalizm gibi insan fıtratına uymayan tüm anlayışlar sol ideoloji, insan fıtratına uygun ve yaratıcımızın bildirimlerine uyan anlayışa da sağ ideoloji denmektedir. Yazılı metin böyle. Ancak bu metin şifahi olarak değerlendirildiğinde "sağ ideoloji'nin İslam olduğu bildiriliyordu. Şimdi İslam ıstılahında "sağ" ve "sol" gibi herhangi bir kavram olmamasına rağmen, niçin bu kavramlar "İslam" ve "küfür" yerine kullanılmıştı?

Beraberliğimizi istişari temel üzerine oluşturmuştuk. MB'de şahısların belirleyiciliğinin olmadığı kesin bir prensipti. Fikrin ve imanın belirleyiciliği vardı. Kullar faniydi. Liderlik kişisel değil, fikri idi. Dolayısıyla kişilerin tasallutu bizim düşüncemizde olamazdı. Cemaatlerin, partilerin, diğer teşkilatların başındaki cuntaları tenkid ediyorduk ve bu tutuyordu. İslam'da liderlik cuntası yoktur, İslam'da istişare vardır; fikir liderdir, iman liderdir düşüncesi bizi başarıya götürüyordu.

Ne zaman ki fikri liderlik, ferdi liderliğin tasallutu ve ihtiraslı düşüncelerin egemenliği altına girdi, ki bu önde gelen arkadaşlar arasında temayüz etmeye başlamıştı, rahatsızlıklar uyanmaya başladı. Bu tavır içinde olan arkadaşlar kendi indi düşüncelerini teşkilatın prensipleri ve düşünceleri şeklinde takdim etmişlerdir. Böyle olunca da arkadaşlar arasında rahatsızlıklar ve düşünce ayrılıkları baş göstermiştir. İşte o dönemde İstanbul'da bulunan ve fikri çalışmalarda belirleyici rol üstlenen Aykut Edibali indi düşünceleri "İlmi Sağ" başlığı altında dayatmıştır. Ve bu düşünceler teşkilata mal edilmeye çalışılmıştır. Oysa İslam, ne "İlmi Sağ" denilen ve sonunda ilmilik iddiasıyla saptırılan indi düşüncelerle, ne de İslami görüşümüz budur diyerek milliliği öne çıkartan tavırlarla ifade edilemezdi. Bu yanlışlık dolayısıyla da zaten bir çok arkadaşımız tedrici olarak kopmaya başladı ve teşkilatın dağılmasına sebep oldu.

Ancak YMM mecmuası çıkarken bu "İlmi Sağ" tefrikası uzun haftalar devam etti. Bildiğimiz kadarıyla hareket kadroları da sağcılık kavramını içselleştirdi. YMM dergisi yazarları fikri ve siyasi yorumlarında bu kavramı sık sık kullandı. O zaman bu tarz yanlış veya kasıtlı kavramların kullanılmasına herhangi bir tepki gösteriliyor muydu?

O zaman üst düzeyden gelen bir tepki yoktu. Bu teşkilat zor kurulmuştu. Prensip olarak arkadaşların bir araya gelmeleri gerçekten çok zor olmuştu. Gerçekten çok güçlüklerle bu teşkilat kurulmuştu. Resmi halinden önce veya sonra çok büyük eziyetler çekilmişti. Olumsuzluklar vardı ama izana, insafa gelinir mi düşüncesi farklı olan veya farklılaşan arkadaşlarla aynılaşılır mı düşüncesi ve teşkilatı dağıtmama endişesi birçok arkadaşımızı tehir edici duygulara hapsediyordu. İlmi Sağ, ideolojik bir izah tarzı olarak kabul edilse de öncü olan arkadaşların çoğu nezdinde kabul görmüyor; ama sabrediliyordu.

Ancak burada ilkeler yerine maslahatlar ön plana çıkmış gibi. Mesela sizin ifadelerinizden de anlaşıldığı gibi, 196O'lı yıllarda dünyadaki İslami hareketlerin birikimi sözlü ve yazılı olarak Türkiye müslümanlarına aktarılmaya başlandığında, duyarlı müslüman genç kuşaklarda önemli bir İslami potansiyel ve İslami uyanış hamlesi oluşmuştu. Ancak bu potansiyeli bir harekete dönüştürme iddiasında olan MB, daha sonra apolitik olmamak, ama İslam'dan da uzaklaşmamak düşüncesiyle bazı kavramlar buluyor ve kullanıyordu. Millet, Millet ideolojisi, İslam tarihi gibi. Ama daha sonra bu terim ve ifadelerin yerini Büyük Türk Milleti, Büyük Türk Kültür Sistemi, Beşbin Yıllık Türk Tarihi gibi kullanımlar almaya başladı.

Temel çizgiden sapmanın belirgin ifadeleri olan bu kullanımlar, YMM dergisinin 2., 3., ve 4. yıllarından sonra ciddi olarak ön plana çıkmıştı. Fakat bu aykırılığa rağmen Mücadele teşkilatında ve YMM dergisi çevresinde ciddi bir muhalefete rastlanmıyordu.

Bu noktada şunu diyebilir miyiz? Teşkilatçılık fikrin emrinde olması gerekirken; inanç bağı, fikir bağı, ideolojik bağ, teşkilatçılık bağına feda ediliyordu.

Biz millet kelimesini "ümmet" anlamında kullanmıştık. Yani Türk milleti veya Arap milleti yahut herhangi bir milleti ayırmamak şartıyla kullanmıştık. Birçok Türkçü'nün, ülkücünün bu konuda hücumlarına uğradık. Diyorlardı ki, neden siz Türk milleti demiyorsunuz da, millet diyorsunuz? Biz de onlara İslam'da bir ümmet vardır. Onun dışında kavimler vardır. Ama hepsini toparlayıcı olan ümmet anlamına gelen millettir. Millet kavramı gerçekten herkesi toparlayabiliyordu. Kur'an-ı Kerim'de geçtiği gibi hanif olan İbrahim milletine inanıyorduk ve bunu politika olsun diye de söylemiyorduk. Milleti ümmet manasında kullanmak sevaptı. Millet kavramını kullanmak da günah değildi. Her ikisini de aynı anlamda kullanıyorduk.

Daha sonra millet yerine başka terimler kullanılmaya başlandı. Mesela iman terimi yerine ideoloji kelimesini kullanıyorduk. Ben bu kelimeyi hutbelerimde de kullanıyordum. Haddizatında ideoloji kelimesini kullanmayı normal görüyorduk. Zira muhtevası itibariyle bir hayat görüşü anlamında bizim "din" kavramını karşılayabiliyordu. O zaman toplumda ve entellektüel planda "din" dar anlamda kullanılıyordu. Bizim dinimizin sadece bir inanç sistemi değil, bir dünya görüşü olduğunu, ideoloji kelimesiyle anlatabiliyorduk.

Mesela bir çok subay, hakim, savcı, bürokrat, polis Konya Sahip Ata Camii'nde verdiğim hutbeleri dinlemeye geliyorlardı. İstihbarat için mi geliyorlardı, izlemek için mi, öğrenmek için mi geliyorlardı? Ama geliyorlardı ve ben de orada ideolojiyi hangi anlamda kullandığımı ve İslam'ı bütün boyutlarıyla anlatıyordum.

Daha sonra sizin de dile getirdiğiniz gibi Türk milleti, Türk milliyetçiliği gibi ifadeler kullanılmaya başlandı. Oysa biz Allah ve ümmet için çalışan insanlardık. Toplumun yanlış İslam anlayışlarını tashih etmeye çalışıyorduk. İçinden pazarlıklı insanlar olabilirdi, ama arkadaşlarımızın geneli böyle düşünüyorduk. Ancak özellikle İstanbul'da kendilerine yetki verilen insanlar kimlerle görüşüyordu, kimlerin etkilerinde kalıyordu bilmiyoruz, ama bilinen bir şey 1973'de çıkmaya başlayan üç aylık Gerçek dergisindeki fikirlerden sonra YMM hareketi adeta bir milli hareket haline gelmişti.

İşte o zaman bomba patladı. Kürt olan, Çerkeş olan veya Türk olmayan arkadaşlarımız hassasiyet göstermeye başladılar. Ben de hala nasıl diyordum? MB İslam'a hizmet eden bir teşkilattır. Aykut Edibali ne yazarsa yazsın kahır ekseriyetteki arkadaşlarımızın gönlünde İslam var. Zaten bunun içinde Türklük vurgusu yapan ifadeleri onlar ırkçılık anlamında anlamadılar. Bu kullanımları İslam'la telif ettiler.

1973 senesinde YMM ekibince çıkartılan Gerçek dergisinde artık Türk milleti, Türk milliyetçiliği ifadeleri bir ideolojik kalıba dökülüyor ve "Büyük Türk Kültür Sistemi"nden bahsediliyordu. Bu "Büyük Türk Kültür Sistemi"nin alternatif bir ideoloji olduğu ortaya konuluyordu. İslam bu sistemin bir alt kültürü haline indirgeniyordu.

Onu bilemiyorum. Nedense Kemal Yaman, Halil Bayrakçı gibi bazı arkadaşlar böyle şeyler yazdılar.

Ancak bu fikrin teorisini yazılarıyla Aykut Edibali dokudu. Diğer arkadaşlar bu doğrultudaki yazılarım sonra kaleme aldılar.

Sanırım 12 Mart askeri darbesi Aykut Edibali ve bazı kişilerin üzerine tesir oluşturdu. Ve bazı reveranslar oldu.

Darbe deyince çok daha önemli bir konuyu hatırlayabiliriz. YMM dergisinde Komünist İhtilale Karşı Tedbirler adlı bir yazı dizisi vardı. Sonra bu diziyi Aykut Edibali kitaplaştırdı. Bu kitap 12 Mart askeri cuntası iktidardayken çıkartıldı. Ve kitapta devlet güvenlik mahkemelerinden bahsediliyor hatta cuntacılara DGM'lerin kurulması teklifinde bulunuluyordu.

Doğru. Bu kitap 12 Martçı paşalara ve subaylara gönderildi.

Burada DGM söz konusu olunca "Devlet" kavramına bakılmalı. Şimdi devlet kavramını inceleyen ve YMM dergisinin ilk sayısından itibaren tefrika edilen "İnkılap İlmi" adlı yazıda, devlet şöyle tanımlanıyor. Devlet hakim ideolojinin iktidarıdır. Daha doğrusu hakim olan ideolojinin iktidar aracıdır. Ve Türkiye'deki hakim ideoloji nedir? Bu da belirtiliyordu. fudeo-Grek menşeli kapitalist sistem. Dolayısıyla Türkiye'deki devlet kapitalist sistemin iktidar aracıdır. Fakat daha sonra bu devlet, bir nevi milli devlet nitelemesiyle içselleştiriliyor ve devleti savunmak için DGM'lerinin kurulması öneriliyordu. Hatta bu konuda Konya 'da bir miting dahi yapılmıştı.

Maalesef, maalesef. Haddi zatında Mondros ve Sevr anlaşmalarından sonra Avrupa'nın, Amerika'nın Türkiye'deki insanları hıristiyanlaştırmak, batılılaştırmak emeli müşahhas olarak belirdi. Türkiye'de kurulan Lozan icazetli devlet Avrupa'nın müsamahasıyla kurulan bir devletti. Ve Türkiye insanını 50 yılda batılılaştırmayı hedeflemişti. Daha doğrusu Avrupa'nın hedefi bu idi. Türk devleti bu hesaplar çerçevesinde kuruldu. Atatürk Avrupalılar'ı, Avrupalılar Atatürk'ü idare ederken Türk devleti kurulmuş oldu.

Türkiye'deki devletin devamı hıristiyanlaşmamıza, batılılaşmamıza bağlıydı. Bu hedef doğrultusunda gidilirse sorun olmayacaktı. Yoksa bizi ortadan kaldıracaklardı. İşte bugün Fener Patrikhanesi konusunda, Kıbrıs meselesinde verdiğimiz tavizler. Ve her zaman Batı'ya ekonomik olarak muhtaç halde tutulmamız için ülkede çoğu zaman hiç yoktan oluşturulan ekonomik krizler. İşte bu yıl Türkiye'yi bile bile ekonomik krize ittiler. Bakıyorsunuz bugünkü politik mecrayı elinde bulunduran insanlar gidiyorlar Merkez Bankası'ndan tomar tomar dolar alıyorlar. Üç gün sonra da 16 bin liraya aldıkları doları 44 bin liraya geri satıyorlar. Devletin dövizi anında eriyor. Ekonomi durduğu yerde krize giriyor. Bile bile. Turgut Özal'ın oğlu benim çocuklarımın yaşında, bankası var. Televizyonu var. Nereden buldu? Babası dışarıdan aldığı borcu oğluna verdi. Bu sadece bir örnek. Şimdi dışarıdan alınan borçların altında toplum inliyor. İktisadi hayat bile bile çökertiliyor. Bankalarda yaşanan soygunlar tüm devlet ricalinin malumu. Ciddi hiç bir takibat yapılmıyor. Borç olarak gelen döviz, komisyoncular aracılığıyla hiç bir yatırıma dönüşmeden tekrar sahibine dönüyor. Bu oyun Batılıların oyunudur. Ancak Batılıların oyunu karşısında bir de Allah'ın isteği vardır.

Her ne kadar Türkiye Batı'nın ipoteği altında da olsa, burası bir Bosna, bir Azerbaycan olmaz. Türkiye'de müslümanlar daha canlıdır. Allah ile daha irtibatlıdır.

DGM'ye gelince. Bazen büyük yanlışlara düşüyoruz. O dönemde komünistlerin baskısı ve teröri çok ön plana çıkmıştı. Sahur yemeğine kalkan insanların evlerinin tarandığı oluyordu.

Yani gündemi işgal eden konu, hareketin stratejik hedeflerini saptırdı mı?

Evet. Dikkatini başka konulara çekti.

YMM dergisinin 25. sayısında Aykut Edibali, Türkiye'deki milletin, ittifaklar kurması gerektiğini, ilk ittifakın da İslam ülkeleriyle oluşturulması lazım geldiğim; ancak bu ittifakın Türkiye'ye fazla bir kazanç sağlamayacağım belirtiyordu. Ve en önemli ittifakın kapitalist ABD ile kurulması gerektiğini belirtiyordu. Edibali, bu tesbiti yaparken, dergide işlenen işçi sorunları, ekonomik sorunlar, İslam dünyasının sorunları ile ilgili güncel sorunların yerini de sol hareketler ve komünist tehlike edebiyatı alıyordu.

Şimdi gerek MB'yi kuran gerekse YMM dergisinde yazı yazan arkadaşlarımız çok genç arkadaşlardı. Yeterince olgunlaşılmamıştı.

Bir faaliyetin tutarlılığı ve olgunluğu, tecrübeye dayanır. Genç yaşta bir şeylere karar veriliyor daha sonra daha parlak veya daha cazip bir fikir veya şekil görülüyor, bu sefer ona temayül ediliyor. Tecrübesizliğin verdiği tutumlarla, yanlış kararlar ve hareketler ortaya konabiliyor.

Mesela İslam'ı anlatacağımız yerde, komünistlerin faaliyetlerini anlatarak adam toplama ve çoğaltma tavrına yöneldik. İslam'ı anlattığımızda daha güzel insanlar gelecekken, komünistlere düşman insanlar derleyip toparlamışız. Bu yanlış bir tutum.

Bugün tezimizi, fikrimizi, tevhidi anlatarak adam toplayacağımıza, öncelikle Atatürk'e söverek veya laiklere söverek adam toplamanın yanlışlığı gibi bir şey. O zaman sadece tepki dolu insanları topluyorsunuz, sistem anlayışını veremiyorsunuz ve ipin ucu kaçıyor.

Ben arkadaşlar arasında şunların konuşulmasını hiç unutmuyorum: Komünistlerin aleyhinde ne kadar çok konuşursak o kadar fazla adam gelecektir. Çok soğuk, çok sathi bir İslam anlayışı. Buz gibi bir şey. Ateistlerin, komünistlerin taşıdıkları kötülükleri anlatmak gerekiyordu. Ama sadece komünistleri anlatarak insan toplamak yanlış bir düşünce idi. Bunlar yaptığımız yanlışlar içinde olabilir. Mesela geniş çapta İslam'ı anlatacağımız yerde, İslam'a karşı yanlışlıklar yapan insanları hedef alan konferanslar vermişiz. Komünizmi, masonluğu, yahudiliği anlatmışız. Yahudiliği çok anlatmışız. Oysa yahudilik düşmanlığı bir nevi din olmamalıydı.

Önplana çıkartılan siyonizm düşmanlığı aslında çok görülen bir düşman, çok fazla hissedilen bir sömürgeci güç olan ABD'nin varlığını perdeleyen, onu gizleyen bir söylem olmuyor mu?

Şöyle düşünüyorduk. Amerika'da birçok tüccar ABD politikasını çizmektedir. Mesela Wall Street'deki Shüler, Rockfeller, Mandelson, Ford, Dreyfust gibi Yahudi şirketleri Amerika'daki seçimleri etkiledikleri gibi, dünyada da birçok ihtilalin veya siyasi olayın arkasındaydılar.

Şimdi Türkiye'de insanlarımıza İslam kültürünü, İslam akaidi, tevhidi görüşü iyi yerleştirmemiz lazım. Çünkü Türkiye'de İslam adına Atatürk veya laiklik düşmanlığı yetiyor. Bir de Yahudi düşmanı olundu mu, tam müslüman olunduğu zehabına kapılanların sayısı az değil. Bunlar yanlış şeylerdir.

Maalesef tevhidin fikri ve siyasi çerçevesi yok. Bunların anlatılması lazım. Müslümanlara İslam'ın tevhid anlayışının la ilahe illallah'ın anlamının anlatılması lazım. Ve müslümanların İslam kültürü ile donanmaları lazım.

Müslümanları insanlara tapınmaktan, insanlara tabi olmaktan kurtarmalıyız. İnsanımızı vakıf başkanlarından, parti başkanlarından, şeyhlerden, ahilerden kurtarmalıyız ve İslam'ı yaşar ve düşünür hale getirmeliyiz. Ondan sonra yan yana gelinmeli. İstişareden önce istişare etme gücü olmalı müslümanların.

Haksöz Dergisi - Sayı: 39 - Haziran 94
Röportajlar

 

Kaynak:

http://mucadeleci.blogspot.com/2008_04_01_archive.html

------------------------

 

Eleştiri 1, "Yeniden Milli Mücadele – 1", Hamza Türkmen

(Site Notu: YMM tarihinin farklı bakış açıları ile değerlendirilebilmesi adına sitemizde eleştirilere de yer vereceğiz, bir mücadeleci olarak zannediyorum ki bu eleştiriler kimseyi rencide etmeyecektir)

 

Giriş

"Yeniden Milli Mücadele Mecmuası" 1967rde kurulan "Mücadele Birliği" adlı legal görünümlü bir teşkilatın görevlendirilen mensupları tarafından 3 Şubat 1970 yılında haftalık olarak çıkartılmaya başlandı. Dergi, Milli Mücadele'nin sadece askeri başarı ile sınırlı kaldığı ve milletin fikri, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda yeniden bağımsızlığının ve kurtuluşunun sağlanması vurgusuyla Mücadele Birliği kurucuları tarafından oluşturulan "Yeniden Milli Mücadele Hareketi"nin sözcülüğünü üstlenen bir kadro dergisi olarak çıktı. 1945'li yıllardan o güne peyderpey yayınlanmakta olan "Büyük Doğu" dergisinin hareket ve kadro açısından tartışmalı konumunu bir tarafa bırakacak olursak, Yeniden Milli Mücadele (YMM) dergisi Türkiye İslami kesiminde siyasi bir kadro hareketi adına çıkartılan ilk düzenli dergi idi.

Dergi özellikle 1970 Şubat'ından itibaren yayınlandığı ilk yıllarda, Yeniden Milli Mücadele (YMM) Hareketi kadrolarının haftalık eğitimine katkıda bulunma amacı yanında, halkı "gayr-i milli" ve gayr-i İslami politikalar karşısında uyandırmayı, "Millet düşmanları"nın hile ve planlarını deşifre edip ifşa etmeyi kendisine temel hizmet konuları olarak belirlemişti.

196O'lı 70'li yıllar Türkiye'sinde İslami camia içinde en örgütlü ve disiplinli siyasi bir kadro hareketi oluşturan Mücadele Birliği'nin aynı yıllarda temayüz eden Türkiye'deki İslami bilinçleniş süreci karşısındaki rolü ve misyonu, maalesef ki hala ciddi ve bilinen bir araştırmaya konu olmamıştır. Bu yazımızda Mücadele Birliği mensuplarınca çıkartılan YMM dergisini incelemeye çalışırken, söz konusu teşkilatın ve oluşturduğu YMM Hareketi'nin Tevhidi uyanış çabaları karşısındaki misyonunu ve rolünü dergi yazılarını baz alarak ve bu yazılardaki tesbitleri oluşturan yaşanmış tavırları hatırlatarak değerlendirmeye çalışacağız. Özet ve sınırlı bir değerlendirme şeklinde de olsa YMM Hareketi'nin ve dergisinin Tevhidi uyanış çabaları karşısındaki durum tahlilinin, günümüz Türkiye İslami mücadele kadrolarının karşılaştıkları engellerin mantığını tanıma açısından katkı sağlayacağı inancındayız.

Önce Mücadele Birliği'nin kurulduğu ve YMM dergisinin yayınlanmaya başlandığı yıllardaki Türkiye müslümanlarını ve 196O'lı yılların Türkiye'sindeki gelişmeleri kısaca değerlendirmenin konumuzu aydınlatması açısından önemli bir hatırlatma sağlayacağı düşüncesindeyiz.

1960'lı yıllarda toplumun konumu ve İslami uyanış

Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında sindirilmiş olan küskün halk kesimi, 196O'lı yıllara gelindiğinde sistemin işleyişine oldukça eklemlenmişti. Gerek "resmi İslam anlayışı" ve gerekse "halkın İslam anlayışı" bir muhalefet hareketi oluşturmak konusunda egemenleri rahatsız etmiyordu. Varlıklarını TC Devleti'nin tahsis ettiği imkanlara borçlu olan resmi din adamları ile; özellikle çok partili sisteme geçildiğinden bu yana bağlılarının oylarıyla rejimin partilerini destekleyerek Osmanlı uzantısı tarikat ve medrese temsilcisi meşayih ve mollalar, halkın İslami talep ve duyarlılığını kontrol altında tutuyorlardı. Rejim, dini geleneklerin varlığından hoşlanmasa da, resmi ulema, meşayih ve mollalar üzerindeki yönlendirici siyaseti sonucu, dindar halkın devlete ve ulusal menfaatlere beslediği bağlılık ve itaat duygusundan memnundu.

Ancak 1960'lı yıllardaki gündem tutan muhalif sol söylem, geleneksel müslüman kesimin zihnini karıştırmaya başladığında, -hayli mesafe kateden- Türkiye dışındaki İslami hareketlerin yararlandığı veya telif ettiği önemli kitapları Türkçeye çevirme eğilimi güç kazandı. Gerçekleştirilen çeviri çabalarıyla birlikte, özellikle Mısır, Suriye, Ürdün ve Pakistan İslami hareketlerinin birikimleri sınırlı da olsa aynı yıllarda Türkiye'ye şifahi olarak ulaşmaya başladı. Bu gelişmeler adeta Türkiye müslümanlarının tarihinde karşılaşılan en önemli zihinsel gelişme imkanının habercisi oldu. Sanki Mehmet Akif in Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad'ta İslam dünyasından gerçekleştirdiği 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başındaki ıslahat akınımın ürünlerini dilimize aktarma mirası yeniden keşfedilmişti. Sözü edilen kitaplarda ön plana çıkan konuların başlıcaları şunlardı: Taklitçilikten kurtulmak, Kur'an ve Sünnet ile doğrudan irtibat veya ilk kaynaklara dönüş, bid'at ve hurafelerden arınma, itikadi netlik, küfre karşı cihad, hicret, şehadet, İslam nizamı, İslam devleti, İslami mücadelede metod tartışmaları vd... Bu vurgular o dönemlerde bu tür çeviri eserleri okuyan ve tartışan müslüman kesimin genç dimağlarında çok önemli sarsıntılar meydana getiriyor ve geleneksel anlayışlarını sorgulamaya başlayan bu insanlar Tevhidi İslam anlayışının arayışı ve hareketliliği içine meylediyordu.

Egemenleri, resmi ulemayı, mezhepçileri ve meşayih'ı kızdırsa da 196O'lı yıllarda elde edilen kazanımlarla resmi ideolojiyi ve halkın din anlayışını sorgulama gayreti ve Tevhidi İslam'ı keşfetme azmi; okuyan ve İslami faaliyet gerçekleştirme çabasında olan gençleri gittikçe celbetmekteydi. Bu gelişme Türkiye'deki İslami bilinçleniş sürecinin ilk kalıcı adımlarını oluşturuyordu. MTTB gibi legal gençlik teşkilatlarında, İlahiyat Fakültesi ve Yüksek İslam Enstitülerinde, geleneksel cemaat bünyelerinde; bazı yazar, şair, tarihçi ve vakıfçı "abiler"in çevrelerinde ve benzer mahfillerde kümelenen müslüman gençler İslami bilinçleniş sürecinin ilk muhatapları oluyor; bu süreç bir plan ve programa sahip olmasa da kendiliğinden bir gelişmeyle talepkarlarını buluyordu. Asırlardır mezhepçiliği, tarikatçılığı, büyükleri kutsamayı ve şerhçiliği dinin aslından sayan, "ahir zaman" beklentisi içindeki Anadolu insanının okuyan ve düşünen unsurları İslam'la yeniden tanışma imkanına kavuşuyordu.. 1945'li 46'lı yıllardan beri genellikle dini yayınlar aracılığı ile elde edilen yarım yamalak İs­lami doğrular, zihinlerde daha bir aydınlanıp tamamlanıyordu.

İslam neydi? İslam'ın kaynağı neydi? İslam'ın istediği neydi? İslam'ın reddettiği neydi? Bu sorulara "havas"ın verdiği cevaplar, genellikle sansürlü veya kavram karmaşasına bulanmış yanlış ve eklektik anlayışlardan besleniyordu. Ama 196O'lı yıllardaki yazılı ve sözlü bilinç aktarımıyla mevcut zihinsel bulanıklık ve tahrifatlardan daha çok arınılma imkanı doğuyordu. Ve gerek İslami kesimi bilinçlendirecek bir tebliğin muhtevası ve nasıl olması gerekliliği, gerekse karşı konulması gereken küfür ile TC sistemi arasındaki ilişki daha iyi görülmeye başlanmıştı.

196O'lı yıllarda evrensel İslami hareketlerin ulaştıkları bilinç düzeyi yazılı olarak çeviri yoluyla ve şifahi yollarla Türkiye müslümanlarının gündemine aktarılmaya başlandığında, gerek halkın geleneksel din anlayışını ıslah edebilecek ve gerekse halkı egemen sisteme karşı bilinçlendirebilecek önemli bir katalizatör gücün oluşma şansı doğmuştu. 196O'lı yılların bulanık din anlayışını aşma konusunda hayati katkısı bulunan bu çeviri-yazılı ve şifahi bilinç aktarımı, Türkiye'de geleceğe dönük tevhidi oluşumların varlığına büyük imkanlar hazırlıyordu. İslami uyanışın oluşum gücü ve yöneliminin nasıl bir gelişim seyri izleyeceği yeterince kestirilememekle beraber, bu potansiyel güç, mevcut haliyle denetlenmeye de müsait değildi. Çünkü tevhidi bilinçlenişin taşıyıcısı olacak söz konusu potansiyel birikim; yukarıda da ifade edildiği gibi kendiliğinden bir gelişimdi; bir plana ve sistematiğe sahip değildi, dağınıktı ve bir arınma sürecini yaşamasına rağmen genellikle farklı kimliklerin şemsiyesi altında bulunuyordu. Bununla birlikte İslami uyanışın gücü; muhafazakar, milliyetçi, devletçi, sağcı, geleneksel değerleriyle eklektik bir kimlik taşıyan müslümanları arındırarak tevhidi kimliğe ulaştırma konusunda ciddi kazanımlar elde etmeye başlamıştı. Ancak 196O'lı yıllarda belirmeye başlayan İslami uyanışın potansiyel gücü ve belirginleşen kimliği hem rejimi hem de geleneksel din anlayışını oldukça rahatsız etti. İftiralar, karalamalar, ithamlar kitaplaştırıldı. Ancak geleneksel kesimin karşı saldırısı ve ambargosu özellikle İhvan-ı Müslimin, Cemat-i İslami, Hizbu't Tahrir tezlerinin ve ıslahat akımının görüşlerinin daha yaygın olarak tartışılmasını engelleyemedi. Tartışmalar yeni çevirilerin ihtiyacını doğurdu. Kur'an meali talepleri arttı. Seyyid Kutup, Malik Bin Nebi, Ebu'l Ala Mevdudi, Takiyyuddin Nebhani, Reşid Rıza, Muhammed Hamidullah gibi müslüman müelliflerin görüşleri insanların ufuklarını açıyor ve müslümanların dikkatini Kur'an'a ve Rasulullah'ın örnekliğine yöneltiyordu. İşte YMM dergisinin yazar kadrolarını yetiştiren Mücadele Birliği böyle bir ortamda kurulmuştu.

Yeniden Milli Mücadele Mecmuasının Arka planı

YMM dergisinin yayın politikasını belirleyen ve YMM Hareketi kadrolarının eğitimde esas aldığı çalışmalardan üçü, derginin ilk yayın yılında ön ve arka kapak iç sayfalarında yayınlanmıştı. Bunlardan biri hareketin doktrinini (akaidini) dile getiren "İlmi Sağ"; bir diğeri hareketin fikri ve siyasi kimliğini vurgulayan "İnkılap İlmi"; ve üçüncüsü de hareketin metod ve stratejisine açıklık getiren "Yeniden Milli Mücadelenin Stratejisi" başlıklı seri yazılardı.

Bunların yanında hareketin fikri lideri konumundaki Aykut Edibali tarafından kaleme alınan "Buhranlarımız" adıyla bilinen teksir notları YMM kadrolarına hareketin fikri ve siyasi hedefleri konusunda genel bir çerçeve verirken; yine aynı kişinin daha sonra "Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri" adıyla kitaplaştırdığı bir çalışma ile de kadrolara teşkilatçılığın ilkeleri öğretiliyordu. "İnkılap İlmi"nde de görüldüğü gibi YMM Hareketi'nin seyri Muhammed (a)'ın İslam inkılabı yoluna uygun bir form oluşturduğu iddiası ile siyer bilgisine önem veriliyor ve hareket elemanlarına Zekai Konrapa'nın "Peygamberimiz" adlı siyer kitabını temel alan çalışmalar yaptırılıyordu.

Bunlar YMM kadrolarının zihniyetini belirleyen en önemli metinlerdi. Bu metinler YMM kadrolarının yetiştirilmesinde baz alınan, YMM dergisinde ve aynı hareketin yayınladığı aylık Pınar ve üç aylık Gerçek dergilerinde, 1975'de çıkartılmaya başlanan günlük Bayrak gazetesinde kaleme alınan yazıların temel bakış açılarını belirleyen dayanaklardı.

Ayrıca YMM dergisi çıkartılmaya başlandığında Aykut Edibali tarafından her hafta kaleme alınan başyazılar, güncel ideolojik muhtevası ile gündem oluşturmaya çalışıyordu. Ve kadroların haftalık eğitim programlarında belirleyici bir role sahipti.

YMM kadrolarının ve dergi yazarlarının temel bakış açılarını belirleyen başyazılar dışındaki sözünü ettiğimiz metinler, başta Aykut Edibali ve birkaç arkadaşının belirleyiciliğinde ve Mücadele Birliği'nin kuruluş yıllarından itibaren oluşturulmuştu.

O dönemlerde Ürdün'deki İslami kazanımlarım emperyalist güçlerin çarpıtmaması için Türkiye kamuoyunu bilgilendirmeye ve aydınlatmaya yönelik illegal faaliyet gösteren ve metodik düşünme, fikri ve itikadı netlik, örgütlü hareket, fikri liderlik, inkılapçı tavır, Nebevi metod, küfrün tek millet olduğu gibi önemli konularda bildiriler, çeviri kitaplar ve şifahi aktarımlarla İslami mahfillerde şaşırtıcı gündemler açan Hizbu't Tahrir teşkilatının Afyon'da başlattığı bir "halka çalışması"na bazı arkadaşlarıyla giren Aykut Edibali, (Milli Mücadelede Kadroların Vazifeleri adlı kitapta "halka çalışması"nın ismi "Kültür Birliği"dir ve en az üç en çok yedi kişi ile gerçekleştirilir.) YMM kültürünü oluşturan metinlerin yazımında bu halka çalışmalarında edindiği broşür, kitap ve görüşlerden oldukça yararlanmıştır. Hizbu't Tahrir'in en az "İslam Nizamı", "Hizb-i Kitleleşme", "Mefhumlar" gibi Türkçeye çevrilen kitaplarını okuma imkanına sahip olanlar, bu kitaplardan YMM dergisinde yayınlanan "İlmi Sağ", "İnkılap İlmi", "Yeniden Milli Mücadelenin Stratejisi" başlıklı metinlerin oluşturulmasında önemli kopyaların çekilmiş olduğunu görebilirler.

Mücadele Birliği'nin alt organizasyon irtibatları Konya'dan Afyon'a yaz imamlığı ve vaizlik için gelen Mevlut Baltacı ve Mevlut İslamoğlu'nun Afyon'da Aykut Edibali ile tanışmasıyla oluşmaya başlar ve yaygınlaşır. Konya'da, Afyon'da, İstanbul'da, Adana'da ve diğer bazı yerleşim birimlerinde zihinsel ve fiili çabalarıyla İslam'ı doğru anlamaya, yorumlamaya ve yaymaya çalışan faal gençlerin katılımlarıyla da kurulur. Bu gençlerin fikri beslenme kaynaklan ise genellikle Türkiye'de İslami uyanışa katkı sağlayan çeviri kitaplar ve İslami hareketlerin anlayışlarını aktaran şifahi bilgilendirmelerdi. Bu gençlerin Konya Yüksek İslam Enstitüsü Talebe Cemiyeti adına daha sonra "İslam Medeniyeti" dergisine dönüşen ve Türk-İslamcıların inisiyatifindeki "Oku" dergisine alternatif olarak çıkarttıkları "Yeni Ümit" dergisi önemli bir fikri canlılık oluşturuyor ve dergi çıkartanları, karşılaşılan sorunların çözümü için Kur'an ayetlerinin ve hadislerin başlıklar halinde tasnifine çalışılıyordu. Bu çevre, tasavvufu ve felsefi tartışmaları İslam akaidinden sapma olarak görüyor, insanları dinlerini tahkik etmeye çabalıyor, özellikle imam ve müftüleri İslami yükümlülükleri açısından sıkıştırıp ikaz ediyor, mahalli çalışmalarla halk içinde önemli kazanımlar sağlıyordu. Sahabe neslini idealize eden bu gençler, sahabe kardeşliğini kurumlaştırma ideali ile çokça siyer ve ilk dönem İslam tarihi okuyor, İslam devletinin yeniden nasıl kurulacağının imkanlarını tartışıyor ve geleneksel kültürden arınma örneklikleri gösteriyordu.

Ayrıca bu gençler oluşturdukları arşivlerle de siyasi gelişmeleri yakından takip ediyorlardı. Okunan en ciddi neşriyat ise aylık "Hilal" dergisiydi. Zira Hilal dergisi içeriğindeki mozaik yapısına rağmen 1960'lı yıllarda dünyada ve İslam coğrafyasında fikri ve siyasi gelişmeleri İslamcı bir gözlükle en iyi aktaran ve evrensel İslami hareketlerin tezlerini, eserlerini ve önde gelen kişilerini tanıtan en önemli bir köprüydü.

Tabii ki 1946'lı yıllarda geleneksel din anlayışının fiili olarak içselleştirdiği ulusal değer yargılarından yeterince arınabilecek, ne yeterli bir birikim, ne de yeterli bir bakış açısına henüz ulaşılmamıştı. İlk elde ulusalcılık, batıcılık, laiklik samimi olarak dışlanıyordu, din ile kavmiyetin et ile tırnak gibi olmadığı vurgulanıyordu; ama yine de Türk milletinin İslamın kılıcı olduğu, Osmanlı Devletinin büyüklüğü, mevcut devletin ele geçirilmesi gerektiği gibi düşünceler; ulusal sınırların, ulusal simgelerin ön plana çıkartılması, Türk-İslamcı yazarların tabii müttefikler olarak görülmesi ulusal duygulan okşayan ve canlı tutan eşik aralıklarıydı. Ancak birlikte organize bir ilişki içine henüz girmemiş olan bu gençler her geçen gün daha da güçleniyor ve rejim için önemli bir muhalefet potansiyeli oluşturuyorlardı. Özellikle Konya'daki müslüman gençler, faaliyetlerini geliştirdikçe teşkilatlı olma ihtiyacını daha fazla hissediyorlardı. O dönemde Selçuklulardan kalma Sahip Ata Camii bir nevi illegal teşkilat ve eğitim merkezi gibi kullanılıyordu; ama bu aktiviteyi organize edenlerin önde gelenlerinden ve aynı camii'nin imamı Necmettin Erişen, devrin ünlü Konya Müftüsü Tahir Büyükkörükçü'nün hışmına uğruyor ve "Kadızadeler" yaftasıyla iki-üç defa sürgüne yollanıyordu. Aykut Edibali, Yavuz Aslan Argun gibi İstanbul'da müslüman üniversite gençleri arasında temayüz eden kişiler ise, Mücadele Birliği'ni 1967'de kurmaya teşebbüs edenler arasında bulunuyordu. O günlerde genellikle milliyetçi - muhafazakar çevrelerle ilişkilerini geliştiren bu iki kişi, Devlet'e bağlılıkları güçlü olan Mehmet Emin Alptekin, Ömer Öztürkmen, İrfan Atagün gibi şahısların ve devrin Türkçüleri tarafından yönetilen Milliyetçiler Derneği ile Aydınlar Ocağı'nda kümelenen çevrelerin telkinlerine muhatap oluyorlar; Ziya Uygur gibi devrin Türk-İslamcılarından özel dersler alıyorlardı. Bu çevreler ise, mevcut İslami gelişmelerden, ülkelerarası müslümanların kurulmakta olan irtibatlarından ve Mehmet Akif'ten sonra çok çok sınırlı kalan zinde İslami fikriyatın 196Ü'lı yıllarda tekrar Türkçe'ye aktarılmasından tedirgin oluyorlardı.

Anadolu milliyetçisi Nurettin Topçu'nun yakın dostu, milliyetçi - muhafazakar - devletçi çizginin önemli adamı ve son görevini Türkiye gazetesine danışman olarak ifa ederken ölen Mehmet Emin Alpkan'ın 196O'lı yıllardaki İslami gelişmeler karşısındaki yaklaşımı hayli dikkat çekicidir. Alpkan'dan anlatılanlara göre; "Türkiye'de İhvan-ı Müslümin'in, Hizbu't Tahrir'in, Cemat-i İslami'nin, Rabıtatü'l Alemin'in uzantıları, müslümanları sapık fikirleriyle aldatmaktadır. Bu akımların tesirlerini kırabilecek, zararlı yönlerini giderecek, olumlu yönlerini Türkiye gerçeklerine göre sentezleyecek bir harekete ihtiyaç vardır." Ve 1963 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi öğrenci olarak giren Aykut Edibali ve Yavuz Aslan Argun, o senelerde Mehmet Emin Alpkan'ın evine teklifsiz girip çıkabilmektedirler. O dönemde müslümanlara hitap eden üç gazete vardır: Bugün, Sabah ve Bizim Anadolu. Alpkan'ın, sahibi olduğu Bizim Anadolu gazetesini YMM kadrosuna devrettiği 1974 senesine kadar, sürekli olarak bu gazeteyi Mücadele Birliği elemanlarının ve Ülkücü hareketin taşıyıcıları olacak Türkçü gençlerin kullanımına açık tutması ve bakış açısına denk düşen oluşumları desteklemesi üzerinde ibretle durulacak tutumlardır.

Ve 196O'lı yılların okuyan, sorgulayan, bildikleri ile amel etmeye çalışan müslüman geç kuşağı, özellikle Konya, Afyon, İstanbul ekseninde kurulan ilişkilerini bir teşkilatlanmaya dönüştürme arefesine gelmişlerdi. Acaba bu teşkilatlanma çabası halis niyetli müslüman gençlerin ideallerini mi yükseltecekti; yoksa bir manipülasyon politikasına mı diğer bir değişle muhalif İslamcı potansiyeli denetim altına alıp ulusal çıkarların ihtiyaçlarına göre kanalize etme politikasına mı hizmet edecekti? 1960'lı yıllarda oluşan Müslüman genç kuşağın önemli bir çoğunluğunun büyük fedakarlıklar ve samimi ideallarle katıldığı YMM Hareketinin yapısı ve geleceği ile ilgili bu soru; aslında YMM dergisinin daha ilk cildine dikkatlice bakıldığında cevaplanabilecekken maalesef ki çok sonraları büyük kırılmaların, sapmaların, çözülüşlerin, ihanetlerin acısı ve düş kırıklığı içinde kısmen görülebilinmiştir.

Yeniden Milli Mücadele Mecmuası Neyin Peşinde ?

YMM dergisinin ilk sayısı 3 Şubat 1970'te çıktı. Dergi 16 sayfa, büyük boy (A3 ebadında), ön kapak sayfası renkli ve resimli idi. Trajı uzun yıllar 12 bin ile 20 bin arasında değişti. Dağıtımı Türkiye çapında her hafta seri bir biçimde kadro elemanları tarafından yapılıyordu. Ayrıca derginin ilk yılında büyük şehirlerin işlek merkezlerinde de slogan ve vurgulu anlatımlarla adeta gösteriyi andırır bir şekilde dergi tanıtım ekipleri tarafından satışlar yapılıyordu. Sol akımların gündem tuttuğu günlerde yapılan bu tür dergi satışları ilgiyle karşılanıyor, gezici tanıtım ekiplerinin satış yaptığı gezilen il ve ilçelerde yeni ve duyarlı birçok insanla irtibat kuruluyordu. Derginin tirajı, 12 Mart askeri darbesine kadar, caddelerde elden açık tanıtımla satıldığı zamanlarda daha da büyüyordu.

YMM dergisinin ilk sayısında yer alan Başyazı'da ise derginin çıkış amacı şu cümlelerle aktarılıyordu:

"Milletimizin buhranı, milletimizin asırlardan beri yaptığı mücadeleyi kaybetmesinden doğmaktadır. Ve kelimenin tam manasıyla, yuvarlandığımız buhran korkunçtur. Millet düşmanlarının, milletimizi köleleştirmek için sürdürdükleri sınırsız harp, önce imanımızı, ahlakımızı ve kültürümüzü kemirirken; diğer taraftan zenginliğimizi çalarak tam bir esaretin içine yuvarlanmak istemektedir. Millete hayat veren ideallerin alçakça darbelenme-si neticesi, siyasi askeri, ahlaki ve kültürel alanda hıyanet tomurcuklandı. (..)

Ancak içinde yüzdüğümüz buhran, sebebsiz ve basit olmaktan başka; gayesiz de değildir. Zira içine yuvarlandığımız buhran, şuurlu bir kadronun rehberliğinde bütün milletin teşkilatlanması ve mücadeleye katılması ile yok edilmezse; Türkiyemizi, milletimizi, dinimizi bekleyen bir tek akibet vardır: Yok olmak!

Bu savaşın kolay olmadığını biliyoruz. Dünyanın en güçlü sermayeleri ve tekniği karşısında; milletimize hazırlanan hiyanetleri duyurmak, onu teşkilatlamak ve mücadeleye sevk etmek elbette kolay değildir. İşte "Yeniden Milli MÜCADELE" milletin muhteşem mazisine uygun bir hayat kurmak isteyen, bütün vatan severlerin, gerçek müminlerin mecmuası olmak için çıkıyor"

Görüldüğü gibi bu yazıda iki önemli vurgu ön plana çıkmaktadır: Buhran ve Millet.

Yeniden Milli Mücadele'yi tanıtan 10 Şubat 1970 tarihli ikinci sayının baş yazısında "buhran" konusuna açıklık getirilirken şöyle denilmektedir:

"Buhranımızın sebebi teşhis edilmiştir. Bu sosyolojik zaviyeden, milletimizin ideolojik yapısı ile tezat halindeki ideolojik sistemlerin cebrileşmesinden ibarettir. Türkiye'deki bütün sıkıntıların sebebi Judeo-Grek menşeli Kapitalist sistemdir."

Anlaşıldığı kadarıyla Millet ideolojisine aykırı olan bütün sistemler buhranın temel kaynağıdır. Türkiye'de ise buhranın faili Kapitalist sistemdir. Ancak "Millet" kavramı bu kadar anlaşılır değildir. Bunun için de bu kavram hakkında YMM kadroları yoğun itirazlara muhatap olurken, süreç içinde bu kavrama verilen anlamlar önemli farklılıklar geçirmiştir.

3 Mart 1970 sayılı dergide yayınlanan Mücadele Birliği'nin İkaz Bildirisi şu cümlelerle başlamaktadır:

"Millet Evladı!

Milletini seven subay, öğretmen, memur!

Milletine bağlı talebe, işçi, köylü!

Devletin, ordunun ve memleketin sahibi ve efendisi aziz millet!

DUR, DİNLE ve UNUTMA!

Millet, felaketler içine sürüklenmek isteniyor. Milletin yol göstericisi asil Türk Milleti, tarihe gömülmek isteniyor."

Bu hitapta yer alan "Millet" ile "Türk Milleti" kavramları farklı olguları anlatmaktadır. Millet daha üst bir oluşumu; yani ümmeti, Türk Milleti ise bütünün aktif bir parçasını göstermektedir. O zaman "Millet ideolojisi" ifadesi, ümmetin ideolojisi olan İslam'ı temsil etmektedir.

Fakat niçin bu kadar dolaylı bir dil kullanılmaktadır? Sorunun cevabı şudur: "Türkiye'nin şartlan apolitikliği kaldırmaz. Bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Kanunlardaki kısıtlamaları aşma gücümüz henüz yeterli değildir. Aslında "Ümmet" kavramı ile "Millet" kavramının Kur'an'daki kullanımları da birbirini tamamlayan manalar taşımaktadır. Güç kazanıldığında "Millet" yerine "Ümmet" kavramı da kullanılabilir. Türk milleti ise İslam'ın kılıcı olmuştur ve İslam kavmi gerçekliği tanıyorsa Türk milleti de ümmetin aktif bir parçası olarak sevilecektir." Ancak bu izahat sözlü olarak dile getiriliyor, yazılı olarak bağlayıcılık altına sokulmadığından önemli bir esnemeyi de beraberinde taşıyordu. Belki Taha Akyol gibi Türkçü gelenekten harekete katılanlara cazip gelen de bu tanım esnekliği olmuştu. Bu esneklik dolayısıyla İslami endişeleri ön planda olanlar kavramı "ümmet" olarak, ulusal duygulan ağır basanlar da aynı kavramı "Türk Milleti" olarak algılayabilmişlerdir. Kavramın kullanılışındaki bulanıklık nedeniyle de "Millet ideolojisi" yeri geldiğinde "İslam" yeri geldiğinde "Milli Kültür" olarak değerlendirilmiştir. Aykut Edibali'nin 3 Mart 1970 tarihli yazısındaki aynı bulanıklık "milletin, devletin ve mübarek dinimizin korunması mücadelesi"ni eş değer hale getiriyordu. Bu halin gerçekten bulanıklık mı, yoksa bulandırma mı olduğu sınırlı da olsa sonraları tartışılacaktı.

Mücadele Birliği'nin ilk yıllardaki bildirilerinden ve YMM dergisinin ilk sayılarındaki hitap yazılarındaki "Aziz Millet", "Millet Evladı" ifadeleri, daha sonraki sayılarda ve yıllarda "Aziz Türk Milleti", "Büyük Türk Milleti" ifadelerine yerini bırakacaktı. Özellikle Türk kökenli olmayan kadro elemanlarını rahatsız eden bu değişim, kadro evlerinde oluşturulan dini kardeşlik havası içinde politik izahlarla geçiştirilmeye çalışılacaktı. Zaten İslami mücadele kanunları " İslam'ın Peygamberinin takip ettiği, mücadele stratejisinin incelenmesiyle tamamlanmakta değil miydi? (YMM Başyazı, 10 Şubat 1970)

196O'lı yıllarda çeviri eserlerle ve şifahi olarak İslami hareketlerin Türkiye'ye aktarılan düşünce ve hedefleri önemli bir uyanışın başlangıcını oluşturmuştu. Türkiye'de 196O'lı yılların İslami uyanış potansiyeli düzensiz ve dağınıktı. Ama gittikçe yaygınlaşma istidadı gösteriyordu. İşte İslam'ın Türkiye'de yeni oluşmaya başlayan bu potansiyel gücü önce Mücadele Birliği, daha sonra YMM dergisince kuşatılmaya çalışılmış, fikri ve siyasi temelde disiplinize edilmeye uğraşılmıştır. Ancak YMM Hareketi genç müslüman potansiyele inkılapçı tavrı ve teşkilatçılığı aşılarken, acemiliği ve kopyacılığı sırıtan yazılı metinlerle gündeme getirdiği tezleri ve temel kavramları ile aslında İslami uyanışın zihni berraklığını da bulandırıyordu.

Ancak YMM'nin zihni bulanıklığını ve eklektisizmini görebilecek ve gösterebilecek kadar Kur'ani bilince ve basirete ulaşmış yeterli insan unsuru henüz yetişmemişti. Dolayısıyla YMM Hareketi'nin yeşil renge boyanmış ve yer yer de açık İslami söylemle beslenen milli tezleri, talepkar ve duyarlı müslümanları "gerçek İslam budur" düşüncesine sevkedebilmiştir.

 

Kaynak:

http://mucadeleci.blogspot.com/2008/04/eletiri-1-yeniden-milli-mcadele-1-hamza.html