Eylül
2007
CNN PRESENTS
God's Muslim Warriors
Din Savaşçıları - Müslümanlar
UNIDENTIFIED MALE: Kutsal kitap, hayatın
bir taslağıdır.
CHRISTIANE AMANPOUR, CNN CHIEF
INTERNATIONAL CORRESPONDENT (voice-over): Misyonlarından
eminler...
UNIDENTIFIED MALE:
görevimiz tüm dünyayı günahlarından arındırmak...
AMANPOUR: Riskler de gayet yüksek...
Gerçekten de şehit olmayı diliyor musun?
UNIDENTIFIED MALE (THROUGH TRANSLATOR): Evet, en büyük
dileğim şehit olmak.
AMANPOUR: Hepsinin bir ortak noktası var.
UNIDENTIFIED FEMALE: Tanrı, bu topraklara döneceğine söz
verdi.
AMANPOUR: Museviler de, Hristiyanlar da, Müslümanlar da...
UNIDENTIFIED FEMALE (THROUGH TRANSLATOR): En büyük
fedakarlık ruhunu Tanrı’ya, yaratana ve vatana armağan
etmektir.
AMANPOUR: ...modern toplumun yoldan çıktığına inanıyor.
RON LUCE: Kaldırımda genç bakire Amerikalılara tecavüz
ediyorlar ve herkes, sanki herşey normalmiş gibi yürüyüp
geçiyor.
UNIDENTIFIED MALE: Bugünkü medeniyetlerin en büyük sorunu
şu: İnsanlara hangi yöne gideceklerini söylemiyorlar.
İnsanlar hayattaki yerlerini bilmiyorlar.
TZIPPI SHISSEL: Tevrat’a göre yaşamayan insanlar, Yahudi
olmanın ne demek olduğunu anlamıyorlar. Hayatlarını boşa
harcıyorlar.
AMANPOUR: Cevabın Tanrı olduğunu söylüyorlar.
REV. JERRY FALWELL: Amerika’nın yeniden Tanrı’nın
hizmetindeki bir ulusa dönüştüğünü görmeyi çok isterim.
AMANPOUR: Ama dünyayı kurtarmak için verdikleri savaş
öfkeye, bölünmeye ve korkuya sebep oluyor.
UNIDENTIFIED MALE: İslam’ın gerçek bir tehdit olduğuna
inanıyorum.
UNIDENTIFIED MALE: Birşeyler yanlış gidiyor. Politikayı ve
inançlarımızı fazla iç içe geçirdik.
UNIDENTIFIED FEMALE: Beni öldürerek cennete gideceğini
düşünenlerden korkuyorum. Hayatımdan endişe ediyorum.
AMANPOUR (on camera): Kudüs... Bu eski şehir üç büyük din
olan Musevilik, Hristiyanlık ve İslam için kutsal bir yer.
Ben Christiane Amanpour.
Son 30 yıl içinde tüm inançlar, önemli birer siyasi güce
dönüştüler. Arkalarında, modern ve laik toplumdan hiç
hoşnut olmayan bir takipçi ordusu ile Tanrı ve içlerinde
dini günlük hayata, iktidar koltuğuna geri getirme arzusu
var.
Biz onlara Tanrı’nın Savaşçıları diyoruz.
8 ay boyunca, bu insanların kim olduklarını, ne
istediklerini ve onların deyimiyle “kaybedilemeyecek kadar
değerli” savaşlarının nedenlerini araştıracağız.
(voice-over): Tanrı’nın Müslüman Savaşçıları, korku
salıyorlar ve pek de anlaşılamıyorlar.
UNIDENTIFIED MALE: Bizi rahat bırakın. İslamî, şeriat
kanunlarına uyan bir devlet kuracağız.
AMANPOUR: İslamcı teröristlerin çehresi, artık herkese çok
tanıdık geliyor.
UNIDENTIFIED MALE: Tanık olduklarınız henüz bir başlangıç.
AMANPOUR: Ama bu maske, çok daha büyük ve karmaşık bir
olgunun; İslam dünyasının içinde bulunduğu durumla ilgili
bir öfkenin ve endişenin belirtisi... Bu maske, İslam’ı
siyasi bir harekete dönüştürdü.
Bu hareketi anlamak için, bir başkana suikast düzenlemeyi
planlayan bir mücahid ile görüşmeye gittim. Bu lider,
İslam’ın demokrasiye giden yol olduğunu söylüyor, şehit
olmak için dua ediyor. Kendisi aynı zamanda Amerika’nın
diz çökmesini sağlamış ve radikalizme giden yoldan geçmiş
bir devrimci.
29 Haziran 2007’de, bir felaketin eşiğinden dönüldü.
Londra sokaklarına bomba yüklü iki araç bırakanlar
başarısız oldu. Ertesi gün, başka bir araç İskoçya’daki
Glasgow Havaalanı’na çarptı. Terörist olduğu söylenen
kişiler, insan hayatı kurtarmak için yemin etmiş Müslüman
doktorlardı.
Bu sahne, iki yıl önce gerçekleşen 7 Temmuz saldırılarının
ürkütücü bir hatırlatması gibiydi. 2 yıl önce Londra’nın
otobüs ve metro sisteminde 52 kişi öldürülmüş, 700 kişi
yaralanmıştı. Bu olay İngiltere’nin 11 Eylül’üydü.
UNIDENTIFIED MALE:
Halkımı bombalamayı, gazla zehirlemeyi, mahkum etmeyi ve
işkenceye tabi tutmayı bırakmazsanız, bu savaş bitmeyecek.
Şimdi sizler de acının gerçekliğini tadacaksınız.
AMANPOUR: En az şiddet kadar şaşırtıcı olan bir şey de,
metrodaki intihar bombacılarının İngiltere’de büyümüş
teröristler olmasıydı.
Müslüman bu adamların kendi ülkelerine sırt çevirmelerine
sebep olan şey neydi?
Bu sorunun cevabını bilebilecek biriyle konuştum.
(on camera): Dindar bir Müslüman aileden gelen bir gencin
radikal islamcıya dönüşme sebebi ne olabilir?
ED HUSAIN: Benim örneğimde,, sanırım kandırılmıştım.
Meydan okuyan, radikal ve uç noktalarda fikirler
geliştirmek; yavaş ve kademeli bir süreçtir. Ailem dışında
kimse beni sorgulamadı.
AMANPOUR (voice-over): Ailesi Ed Hüseyin’i çocukken Londra
East End’deki Brick Lane Camii’ne götürürlerdi. Ama Ed 16
yaşındayken, dinî bir aydınlanma ya da ergenliğin verdiği
asilikle evden kaçtı ve sıkı kurallarıyla tanınan bu
caminin kapısından girdi.
HUSAIN: Camideki insanlar, bana ailemle Allah arasında bir
seçim yapmam gerektiğini söylediler.
AMANPOUR: Ed burada onu radikalizm yoluna sürükleyecek bir
ideolojiyi keşfetti.
HUSAIN: Bu kitabı aldım. Çoğunlukla camide asılı olarak
yayınlanan bir kitaptı. Bu yüzden mesela özellikle bu
kitaba bakabiliyordum. Bu adam, Bin Ladin’e, El
Zevahiri’ye ve diğerlerine ilham kaynağı olmuş bir adam.
Yani bunlar El Kaide’nin babaları.
Dini inançlar temelinde masum insanları
öldürmek dinî bir görev olarak aşılanıyordu.
AMANPOUR: Bu ideolojiye tutulan Ed, kısa süre sonra Hizbul
Tahrir adlı çok daha radikal bir gruba katıldı.
HUSAIN: Bunlar, dünya çapında üyeleri olan bir grup.
Kendilerini her bir Arap ve Müslüman devleti yıkıp,
Ortadoğu’da yayılmacı bir küresel devlet kurmaya
adamışlar. Kendi deyimleriyle, diğer ülkelere de yayılacak
bir cihad’ın kalkış noktasını oluşturuyorlar. Yani temel
olarak İslamcı bir imparatorluk kurmak istiyorlar.
AMANPOUR (on camera): Burada, İngiltere’de mi faaliyet
gösteriyorlar?
HUSAIN: Kesinlikle.
AMANPOUR: Açık bir biçimde mi?
HUSAIN: Açık bir şekilde. Şu anda üniversite kampüslerinde
epey bir üyeleri var.
AMANPOUR (voice-over): Hizbul Tahrir, İslamî bir
imparatorluk kurmak için çalıştıklarını açıkça itiraf
ediyor. Aynı 1000 yıl önceki gibi köktenci İslamî kanun,
yani Şeriat’la yönetilen bu dünyaya Hilafet adını
veriyorlar.
Bu gurubun sözcüsüyle konuşmaya gittik.
TAJI MUSTAFA, HIZB UT-TAHRIR, ISLAMIST ORGANIZATION:
İslamî yönetimin, yani Hilafet’in egemenliğindeyken
Filistin’de bile bir denge vardı. Yahudiler, Hristiyanlar
ve Müslümanlar, İslamî bir düzenin altında uyum içinde
yaşıyorlardı.
AMANPOUR (on camera): Söyledikleriniz mantıklı geliyor.
Ama açıkça görülüyor ki, yöntemleriniz biraz şüpheli çünkü
bu ülke dışında neredeyse bütün dünyada yasaklandınız.
MUSTAFA: Hayır, yasaklanmadık. Hiç de değil.
AMANPOUR: Aslında bu grup, Orta Doğu ülkelerinin çoğunda
ve bazı Avrupa ülkelerinde yasaklandı. Ama Mustafa, asıl
sorunun kendilerinde değil, Müslüman devletlerde olduğunu
söylüyor.
MUSTAFA: Açık konuşalım. İslam dünyasında kitlelerin
uyanışından korkan zalim hükümdarlar var.
AMANPOUR: Üstelik, Ed Hüseyin’in bu gruba üye olduğunu da
inkar ediyor.
HUSAIN: Bu doğru değil. İki yıl boyunca gizli birimlerin
yapılandırma toplantılarına katıldım. Bana doğrudan emir
veren kişi, sıradan biri değildi. Hizbul Tahrir’in başkan
yardımcılarından biriydi. Tüm bu üniversiteyi
radikalleştirdim. İki yıl içinde etrafta çarşaflı ve
peçeli Müslüman kadınlar dolaşmaya başladı.
AMANPOUR: Günümüzde bile Hizbul Tahrir’in ideolojisi ve
yöntemleri kampüsün çeşitli yerlerinde görülebiliyor.
JAMAL HARWOOD, HIZ UT-TAHRIR, ISLAMIST ORGANIZATION:
Ben... (INAUDIBLE).
AMANPOUR: Bu gece, Oxford Birleşik münazarasının bir
kısmında da görebiliyorsunuz.
HARWOOD: Amerika, çıkarlarının gerçekleşmesinin dünyanın
yararına olacağına inanıyor.
AMANPOUR: Cemal Harwood, örgütün İngiltere’deki lideri.
HARWOOD: Aynı Viktorya dönemindekilerin, makineli tüfekle
medeniyet getiremeyeceklerini anladıkları gibi,
Amerikalılar da Abrams tanklarıyla Felluce’ye demokrasi
getiremeyeceklerini anlamalılar.
PETER RODMAN, FORMER U.S. ASSISTANT SECRETARY OF DEFENSE:
Size zorla kabul ettirmeye çalıştıkları Şeriat
kanunları...
AMANPOUR: Eski bir Amerikalı Pentagon yetkilisi buna şöyle
cevap veriyor:
RODMAN: Bu üniversite ortamında var olan alkol, cinsellik
ve diğer fikirleri yasaklıyorlar.
Batının değerleri, aşırıların güçleriyle
bir kez daha kuşatılmış durumda.
AMANPOUR: Ancak bu değerler, Londra’daki intihar
bombacılarına ya da Radikal İslamcı olduğu dönemde Ed
Hüseyin’e pek de cazip gelmiyordu.
(on camera): 7 Temmuz’da buradaki trenleri patlatan
insanlar İngiliz’di.
HUSAIN: Onların İngiliz olduğunu umuyorduk. 16-17-18
yaşlarımdayken sorun da buydu zaten. Evet, burada doğup
büyümüştüm ama İngiliz değildim.
AMANPOUR (voice-over): Ama artık kendini İngiliz gibi
hissediyor. Değişmesine sebep olan şey de, kampüsteki
Müslüman protestolarından birinin şiddete dönüştüğünü
görmesi olmuş.
HUSAIN: Hristiyan öğrenci kalbinden bıçaklanmıştı. Yere
yığıldı ve oracıkta öldü. Böylece parçası olduğum örgütün
bana “Müslüman olmayanlar harcanabilir. Müslümanlar daha
üstündür. Diğerlerine karşı birlik olmamız gerekir” gibi
fikirler aşıladığını farkettim. Bu “biz ve onlar” kavramı
sonunda buraya kadar vardı.
AMANPOUR: Ed, o noktada radikal İslam’ı bıraktığını
söylüyor. Ama kafasını tamamen temizleyebilmesi için 6 yıl
geçmesi ve bir vahşet daha yaşanması gerekmiş.
(on camera): 11 Eylül olaylarına nasıl bir tepki verdin?
HUSAIN: Garip bir şekilde, Amerika’nın saldırıya uğraması
beni mutlu etmişti. Sonra kendime bu hazzın nereden
geldiğini sordum.
AMANPOUR: Bunun yanlış bir tepki olduğunu ne zaman
anladın?
HUSAIN: 11 Eylül akşamında anladım. Allah, bir insanı
kaybetmenin, bütün insanlığın kaybı olduğunu söyler. Biz
de radikal İslamcılar olarak Allah’ın kitabını suistimal
ediyorduk.
AMANPOUR (voice-over): Ed’i daha da çok şaşırtan şey,
İngiltere’ye saldırıldığında eski meslektaşlarının verdiği
tepki oldu.
HUSAIN: Hizbul Tahrir’den bir arkadaşlarımla 7 Temmuz
hakkında konuşuyorduk. Bana 7 Temmuz saldırıları
hakkındaki fikrimi sordu.
Ben de söze başladım.
Daha cümlemi tamamlamadan bana “Müthiş
değil miydi?” diye cevap verdi.
Artık şiddet kullanmadığını iddia eden bir örgütten böyle
bir tepki almak çok ürkütücüydü.
AMANPOUR: Ed Hüseyin bu dünyadan uzaklaşırken, artık
görevinin içerden biri olarak yaşadıklarını anlatmak ve
uyarı çanlarını çalmak olduğunu söylüyor.
(on camera): Bu kitabı neden yazdın?
HUSAIN: Çünkü İngiltere’de etrafıma baktığımda, son derece
siyasallaşmış ve sisteme meydan okuyan bir İslam
anlayışının geliştirildiğini görüyorum.
UNIDENTIFIED MALE: Ülkemize Şeriat’ın geldiğini görmek
istiyoruz.
HUSAIN: Batıda, bu örgütlerin sahip olduğu tehlikeli
zihniyet pek de kavranamamış durumda.
AMANPOUR (voice-over): Bu zihniyet Amerikan vatandaşlarına
bile yayılmıştı. Bunlardan biri de, Amerikalı Taliban
olarak bilinen John Walker Lindh’di.
JOHN WALKER LINDH: Onlara, o ya da bu şekilde zarar vermek
istedim.
AMANPOUR: Artık El Kaide sözcüsü olan Amerikalı Adam
Gadahn da onlardan biri.
ADAM GADAHN: Sizleri evinizde ve ülke dışında hedef almaya
devam edeceğiz. Aynı sizin bize yaptığınız gibi...
AMANPOUR: Amerika, kısa süre önce ürkütücü bir Ulusal
İstihbarat Değerlendirmesi yayınladı. Değerlendirmeye
göre, batıdaki radikal ve kendi kendine üreyen örgüt
birimleri giderek çoğalıyordu. Değerlendirmenin rahatsız
edici sonuçlarına göre, Amerika da dahil olmak üzere
Batı’daki Müslüman nüfusun şiddet yanlısı kesimi büyüyor.
Amerika bundan onlarca yıl önce, bir adamın radikal İslam
anlayışına ilham kaynağı olmuştu.
SYED QUTB: İnsanî değerleri ölçüt aldığında bu müthiş
Amerika’nın değeri nedir ki?
Keşke, para, film yıldızları ve arabalar yerine insanî,
ahlakî ve ruhanî konularda konuşacak birini bulabilsem.
AMANPOUR: Bu, 1950 yılında yazılmış, Amerika’nın ahlakî
değerlerini suçlayan bir yazı. Yazarı, bu ülkenin ruhanî
bir çöplük olduğuna inanıyor. Bu adamın adı Seyyid
Kutub’tu. Kutub, Usame Bin Ladin ve onun sağ kolu Eyman El
Zevahiri’ye de ilham kaynağı oldu. Kutub’un çalışmaları,
modern cihad hareketinin temellerini oluşturdu.
FAWAZ GERGES: Seyyid Kutub, militan İslam hareketinin
filozofudur.
AMANPOUR: Fawaz Gerges, Batı’da cihadi denilen yüzlerce
kişiyle röportaj yapmış bir profesör ve bir yazar.
GERGES: Amerika hakkındaki görüşleri korkutucu çünkü çok
dar bir bakış açıları var. Amerika’yı çok basit ayrımlarla
tanımlıyorlar. Bu basit ayrımlar, radikal İslamcıların ve
radikal cihadilerin Amerika ve Amerikalılar hakkındaki
bakışını etkilemiş ve biçimlendirmiştir.
AMANPOUR: Mısırlı bir Sünni olan Kutub, 1948 yılında
okumak için Amerika’ya geldi. Ancak Amerikan kültürü, bu
Müslüman şair ve eleştirmeni şok etti.
GERGES: Amerika’da geçirdiği iki yıl Seyyid Kutub’u
militan bir İslamcı’ya dönüştürdü. Amerikan toplumunun
derin felsefi ve laik kökenlerine öfkeliydi. Kadınlarla
erkeklerin toplum içindeki ilişkileri onu kızdırıyordu.
Amerikan materyalizminin takıntılı doğası yüzünden
sinirleniyordu. Amerika’nın ritüelizmden yoksun olduğuna
inanıyordu.
UNIDENTIFIED MALE: Korkarım, Amerika’nın maddi
üstünlüğüyle, insanlarının kalitesi arasında bir denge
yok.
AMANPOUR: Kutub Mısır’a döndü ve Müslüman milletlerin dinî
kökenlerine dönmeleri için bir mesaj gönderdi.
Mısır’da Cemal Abdül Nasır’ın laik hükümeti onu mahkum
etti ve işkenceye maruz bıraktı. Sonunda, 1966 yılında da
onu idam etti. En radikal kitabı olan “Kilometretaşları”nı
hapisteyken yazmıştı. Kitabında Müslüman devletlere karşı
bile yürütülecek şiddet dolu bir cihadı savunuyordu.
Yazıları ve birçoklarının şehadet olarak gördüğü ölümü,
nesiller boyunca Müslüman radikallere ilham kaynağı oldu.
MAHFOUZ AZZAM (THROUGH TRANSLATOR): O benim öğretmenim ve
ustamdı.
AMANPOUR: Mahfuz Azzam, Kutub’un dostuydu.
AZZAM (THROUGH TRANSLATOR): Bir kaç mektubunda, Amerikan
toplumunun materyalizm yüzünden ruhunu kaybettiğine dair
düşüncelerini ifade etmişti. Tek düşündüğünün bu olduğunu
söylemişti.
AMANPOUR: Azzam, aynı zamanda, Kutub’un mesajını tüm
kalbiyle destekleyen Mısırlı doktor Eyman El Zevahiri’nin
de amcasıydı.
EYMAN AL-ZAWAHIRI: Biz Müslümanız. Dini bütün
müslümanlarız.
AMANPOUR: Zevahiri, günümüzün kötülüğüyle ün salmış
teröristlerinden biri haline geldi. Kendisi, Usame Bin
Ladin’in sağ kolu.
AL-ZAWAHIRI: Tüm dünyaya seslenmek istiyoruz.
AMANPOUR: Zevahiri ve Bin Ladin, Müslüman dünyasında
“uyanış” olarak tanınan dinî bir hareketin parçasıydılar.
Bu hareket, 1970li yıllarda genç ve reform yanlısı Sünni
Müslümanları, kurulu devletlerine karşı kışkırtmıştı.
Seyyid Kutub geleceğin mücahitleri için ilham kaynağı
olmuştu. Afganistan da onları savaşa çağıran davet
olmuştu.
1979 yılında, resmi olarak ateist ve komünist olan
Sovyetler Birliği, Afganistan’ı işgal etti. Bu, İslam’a
bir hakaret sayıldı. Binlerce genç Müslüman, işgalciye
karşı, başlatacakları kutsal savaş, yani cihad için
birleştiler. Usame Bin Ladin de bu gençlerden biriydi.
Afganistan’daki kahramanlıkları, ona hem güvenilirlik, hem
de bir üs kazandırmıştı.
OSAMA BIN LADEN: (THROUGH TRANSLATOR): Afganistan’daki
cihaddan çok faydalandım. Başka bir fırsattan bu kadar çok
faydalanmam mümkün değildi.
AMANPOUR: Müslüman savaşçılar olan mücahitler tarafından
yıpratılan Sovyetler, sonunda Afganistan’dan çekildi.
Bin Ladin, El Kaide’yi kurmak üzere yoluna devam etti.
Mısırlı doktor El Zevahiri, onun danışmanı haline geldi.
İkisi de Seyyid Kutub’un sözlerinden ilham alıyordu.
Aynı dönemde, Sünni Müslüman mücahitler, Sovyetler’e ve
Şiilere saldırıyordu. Başka bir ülkedeki Din Savaşçıları,
Amerika’ya İslamî köktenciliğin nasıl bir şey olduğunu ilk
kez tattıracaktı.
(END VIDEO TAPE)
Kaynak:
[TEXT]
http://www.cnnturk.com/metinler/?metid=2014
[VIDEO]
http://www.cnnturk.com/VIDEO/index.asp?Blg=2013
|