04
Mart 2007
Hilafet Hala Türkiye'de mi?
Hilafeti kaldıran Türkiye son Halife
Abdülmecid'i 83 yıl önce bugün sürgüne gönderdi.
HİLAFET, CUMHURİYET'TE
Büyük Millet Meclisi'nin hilafeti kaldıran
3 Mart 1924 tarihli kanununda hilafetin varlığı konusunda
geçen bir cümle akılları karıştırıyor. Bu maddede,
"Hilafetin Cumhuriyet'e ait olduğu, sadece halifeliğin"
kaldırıldığı geçiyor.
HİLAFETİ KİM İLAN
EDER?
Günün birinde bir Cumhuriyet büyüğü
kanundaki bu cümleye dayanarak kalkıp ortaya çıksa ve
"Hilafet hiç gitmedi, hep bizdeydi" dese ve sonra da
halifeliğini ilan etse, seyreyleyin şenliği!
Hilâfet acaba hâlâ Türkiye'de mi?
Büyük Millet Meclisi, 1924'ün 3 Mart günü hilâfeti
kaldırmış ve son Halife Abdülmecid Efendi tam 83 yıl önce
bugün, sürgüne gönderilmişti. Ama sözkonusu kanunun ilk
maddesinde Halife'nin azledildiğinin söylenmesinden hemen
sonra bir başka ifade geliyor, "Hükümetin ve cumhuriyetin
anlamı ile kavramı aslında hilâfeti de içermektedir"
deniyordu. Maddenin bu şekilde kaleme alınmış olması
zihinlerde "Halife gitti ama hilâfet hâlâ bizde mi?"
şeklinde sorular yaratıyor ve "Acaba gelecekteki bir
ihtimale, meselâ Türkiye'nin İslam dünyasının lideri
olması şeklindeki bir gelişmeye açık kapı bırakılmasına mı
çalışılmıştı?" gibisinden soruları hatıra getiriyor.
Bundan tam 83 yıl önce bugün hem Türk, hem
İslam tarihinin en önemli gelişmelerinden biri yaşanıyor
ve İslam dünyasının son halifesi, Türk topraklarını bir
daha dönmemek üzere terkedip sürgüne gidiyordu. Hilâfet,
Büyük Millet Meclisi'nin 1924'ün 3 Mart günü kabul ettiği
bir kanunla kaldırılmıştı. Ama, kanunun ilk maddesinde
Halife'nin azledildiğinin söylenmesinden hemen sonra bir
başka ifade geliyor, "Hükümetin ve cumhuriyetin anlamı ile
kavramı hilâfeti de aslında içermektedir" deniyordu.
Maddenin kaleme alınış biçimi zihinlerde "Halife gitti ama
hilâfet acaba hâlâ bizde mi?" şeklinde soruların doğmasına
imkân verecek mahiyetteydi. Bu yazı dizisinde bu konunun
yanısıra İslam dünyasında sonraki senelerde yaşanan
hilâfet mücadelelerinden bazılarını okuyacak ve son halife
Abdülmecid Efendi'nin sürgün sonrası hüzünlü hayatından
enstantaneler göreceksiniz.
Sirkeci'den hareket edip Avrupa'nın içlerine doğru yolalan
Simplon Ekspresi'ne, 1924'ün 4 Mart günü öğleden
sonra Çatalca İstasyonu'ndan bir grup yolcu bindirildi.
Yolcular dönüşü olmayan bir kadere doğru sürüklenirlerken,
trenle beraber İslamiyet'in 1300 küsur senelik bir
geleneği de, tarihin derinliklerine gidiyordu. Yolcular,
Osmanoğulları'nın ve İslam dünyasının son halifesi olan
Abdülmecid Efendi ile ailesinden ve ailenin bazı sadık
adamlarından ibaretti. Ankara'daki Büyük Millet Meclisi
bir gün önce kabul ettiği 431 sayılı kanunla hilâfeti
kaldırmış, Osmanlı Hanedanı'nın mensuplarını "Türkiye
topraklarında yaşamaktan ebediyyen mahrum" bırakmış,
yani sınırdışı edilmelerine karar vermiş, sürgün
listesinin ilk sırasına hanedanın en yaşlı erkek mensubu
olan Abdülmecid Efendi yazılmış ve hemen ertesi
günü ailesiyle beraber Türkiye'den çıkartılmıştı.
Türkiye'de o tarihten on gün sonra, Osmanoğulları'ndan
tek bir kişi bile kalmayacak, hanedanın bütün mensupları
trenle yahut vapurla sınırdışı edileceklerdi. Meclis'in 3
Mart 1924 günü kabul ettiği bu kanun, üzerinden 83 yıl
geçmiş olmasına rağmen, bazı çevrelerde hâlâ tartışılıyor.
Tartışmanın detaylarına girmeden önce, hilâfetin son
senelerinde, Birinci Dünya Savaşı sonrasından 1924'e kadar
geçen dönemde hilâfet çerçevesinde nelerin olup bittiğini
kısaca hatırlayalım:
HİLÂFET YARAMADI
Osmanlı hükümdarları, halife unvanını sembolik
olarak 14. yüzyıldan, Birinci Murad zamanından
itibaren kullanmışlar ama bu unvandan siyasi bir güç elde
etmeyi pek düşünmemişlerdi. Hilâfetin, özellikle İkinci
Abdülhamid'den sonra, değişik milletlere mensup
Müslüman teb'a üzerinde otorite vasıtası olarak
kullanılabileceği hatıra gelmişti. Abdülhamid,
Arnavutluk ve Yemen gibi Müslüman bölgelerde çıkan
isyanların bastırılması sırasında "Halife"
unvanından faydalanmayı deneyecek ama hilâfetten asıl
medet, Birinci Dünya Savaşı'na girdiğimiz sırada ilân
ettiğimiz cihad sırasında umulacaktı. Zamanın
hükümdarı Sultan Reşad'ın 1914'ün 14 Kasım günü
ilân edeceği cihada Mekke Emiri Şerif Hüseyin, daha
sonra kıt'a Arabistan'ında Osmanlı'ya karşı isyan ederek
karşılık verecek, yani hilâfet ve cihad
kavramlarına bağladığımız bütün ümidler boşa çıkacaktı.
Derken, Birinci Dünya Savaşı sonrasının büyük bozgunu ve
ardından da İstiklâl Harbi yılları geldi. Büyük Millet
Meclisi 1922'nin 1 Kasım'ında saltanatı kaldırdı ama
hilâfete dokunmadı. Meclis, Sultan Vahideddin'in 17
Kasım sabahı Türkiye'yi terketmesinin hemen ertesi günü
hilâfeti Sultan Vahideddin'den alarak hanedanın
Türkiye'deki en yaşlı erkeği olan Abdülmecid Efendi'ye
verdi. Ankara'da artık milletin meclisi, İstanbul'da da
bir İslâm halifesi vardı. İki taraf arasında çekişme
olması zaten kaçınılmazdı ve her hareketi ile ilgili
olarak Ankara'nın talimat üstüne talimat gönderdiği
Halife Abdülmecid Efendi'nin bu talimatlara uymaması
yüzünden sık sık gerginlikler yaşandı. Halife'nin saltanat
günlerini andıran cuma selâmlıklarına çıkması, ödeneğinin
arttırılmasını talep etmesi, askeri kesimin ve Meclis'in
içinde Halife yanlısı bir grubun doğması ve daha da
önemlisi "hilâfetin mi yoksa Meclis'in mi daha yüksek
bir konumda olduğunun" tartışılmaya başlanması gibi
hadiseler, halifeliğin sonunu getirecekti. Hilâfetin
tarihe mâlolmasının ateşleyiciliğini, İstanbul
gazetelerinin yayınladığı bir mektup yaptı. İstanbul
basınında ve kamuoyunda, 1923'un son haftalarında,
hilâfetin geleceği konusunda bir tartışma çıktı ve Hind
Müslümanları'nın lideri olduklarını iddia eden iki
kişinin, Ağa Han ile Emir Ali'nin Aralık
ayında Başvekil İsmet Paşa'ya gönderdikleri bir
mektup daha başvekilin eline geçmeden, 5 Aralık günü
Tanin ve İkdam, ertesi gün de Tevhid-i Efkâr
gazetelerinde yayındı.
TARTIŞILDI VE KALDIRILDI
Mektupta hilâfetin kaldırılmasının İslâm âleminde nifak
yaratabileceği ve Halife'nin gücünün Papa'nın gücünden az
olmaması gerektiği söyleniyor ve Ankara'ya "hilâfetin
kaldırılması değil, güçlendirilmesi" tavsiye
ediliyordu. Ankara'ya göre mektup Türkiye'nin içişlerine
müdahale ve yazıldığı kişinin, yani İsmet Paşa'nın
eline geçmeden gazetelerde çıkması ise provokasyondu.
Hayatını İngiliz desteğiyle ve refah içerisinde geçiren
Ağa Han ile Sünni dünyasının dini liderliği kabul
edilen hilâfetin bir alâkası yoktu; zira İsmaili
mezhebinin lideri olan Ağa Han zaten Sünni değildi.
Birinci Dünya Savaşı'nın hemen başlangıcında, Sultan
Reşad'ın meşhur cihad fetvasına bile tepki göstermiş,
fetvanın gayrımeşru olduğunu iddia edip hakaret
dolu beyanlarda bulunmuş, "Hindliler'in Osmanlı'ya
değil İngiltere'ye bağlı kalması gerektiğini"
söylemişti. Mektubu yayınlayan gazeteciler İstiklâl
Mahkemesi'ne verildiler ve hem basında hem siyasi
çevrelerde eskisinden yoğun bir hilâfet tartışması
başladı. Hilâfet, işte bütün bu tartışmalardan sonra
1924'ün 3 Mart'ında kaldırılacak ve son Halife ile beraber
Osmanlı Hanedanı'nın bütün mensupları Türkiye'den
sınırdışı edileceklerdi.
Kaynak:
http://arsiv.sabah.com.tr/2007/03/04/gnd116.html#
http://arsiv.sabah.com.tr/2007/03/04/bardakci.html
http://arsiv.sabah.com.tr/2007/03/04/popup_res_40-116-20070304-1.html
|