بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمٰـــنِ الرَّحِيـــم

Hizb-ut Tahrir / Afganistan’dan Afganistan Cumhuriyeti Hükümeti’ne

Açık Mektup

 

İslâmî Şeriat ahkâmının tatbîki, asla demokrasi yoluyla mümkün olmaz, bilakis İslâmî Şeriat’ın tatbîki yalnızca Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in metodu üzerinden olmalıdır. Demokrasi, İslâmî yönetim nizâmı ile tamamen çelişen bir nizâmdır. Zîra İslâm’da yasama hakkı yalnızca Yaratıcı Allah’a mahsus iken demokraside yasama hakkı meclis çoğunluğuna aittir. Yine Kâfirlerin desteğiyle küfür nizâmlarının uygulanması İslâmî Şeriat’ın tatbîkini askıya almıştır. Bugün de kezâ Afganistan’da insanların görüşleri, Kur’ân’ın ve Sünnet’in yerine konulmuş, dört esâsî şer’î delîl kaynağı yerine demokrasi esas alınmıştır. O nedenle artık, bu küfür nizâmlarını tatbîk etmekten vazgeçmenizi, hakîkî İslâmî yönetim nizâmı olan İslâmî Hilâfet’in iadesi için çaba sarfetmenizi ve Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın indirdiklerini hâkim kılmak için çalışmanızı nasîhat ediyoruz.

 

Sizler, mevcut Cumhuriyet nizâmına, İslâmî bir nizâm olarak îtibâr etmekle, gerçekte İslâm’ın büyük bir kısmını reddetmiş olmaktasınız, oysa Allah şöyle buyurarak bu tehlikeli bakışa sahip herkesi uyarmıştır:  أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; Kıyamet Günü’nde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah, yapmakta olduklarınızdan asla gâfil değildir. [el-Bakara 85] Sizler, kişisel menfaatleri ve Kâfir Kapitalistlerin maksatlarını koruyarak İslâm’ın büyük bir kısmını ihmâl etmekle, küfür nizâmına bağlanmakta ve Allah’ın Şeriatı’nı hâkim kılmak yerine bunu uygulamaktasınız. Sizin bu ameliniz, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in Sünneti’ne şüphesiz aykırıdır. Nitekim Kureyş Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’e  نعبد إلهك عاماً وتعبد إلهنا عاماً  “Bir sene biz senin ilâhına taparız, bir sene de sen bizim ilâhımıza taparsın” dedikleri halde Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Kâfirlerin dediğine boyun bükmemiş, Kâfirlerin arzuladığı gibi onlarla işbirliği yapmamış, bilakis amcasına şu kesin cevabını haykırmıştır: «يا عم والله لو وضعوا الشمس في يميني والقمر في يساري على أن أترك هذا الأمر حتى يظهره الله أو أهلك دونه ما تركته»  “Ey Amca, Vallahi! Bu işi terk etmeme karşılık, güneşi sağ elime ve ayı da sol elime koysalar, yine de vazgeçmem! Tâ ki ya Allah, onu (İslâm’ı) izhâr eder, ya da ben onsuz helâk olurum.

 

“Demokratik İslâm” tâbiri ise, İslâm’ın düşmanlarının ortaya attığı bir tâbirdir ve İslâm aslen bundan kesinlikle uzaktır. Nitekim bu, Batı’nın ve Amerika’nın nizâmıdır. Bu nizâm, dîn ile devlet arasını ayırır, dîn ile hayat arasında hiçbir alâka kurmaz ve “Kayser’in hakkı Kayser’e, Allah’ın hakkı Allah’a verilmelidir” der. Binâenaleyh insan, kendi istek ve arzularına göre dilediği bir anayasa yapma hakkına sahip olur. Oysa İslâm, insanın eğilimlerini doyurmaktan başka kaygısı olmayan böylesi nizâmlardan kesinlikle uzaktır. Zîra İslâm’da yasama, yalnızca Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Devlet, İslâmî nizâmın bir parçasıdır ve İslâmî Şeriat’a göre ümmetin işlerini gözetmekle mükelleftir. Bu nedenle Müslümanların bu küfür nizâmlarını almaları ve onlara boyun bükmeleri haramdır.

 

İslâm’ın bakış açısından iktisâdî sorunun ne olduğuna gelince; muhakkak ki İslâm, toplumun iktisâdî sorununu kast sistemi yoluyla çözmez, bilakis toplumdaki her bir ferdin sorunlarını çözmeye çalışır, toplumun iktisâdî sorunlarının çözümünü şer’î bir emir addeder ve malların, servetlerin ve kaynakların toplanmasını ve dağıtılmasını şer’î esâsa göre tanzîm eder. Böylece onun nazarında sorun, servetin kötü dağıtımından kaynaklanır.

 

Malın mülkiyetinde asıl olana gelince; mallar aslen Allah’ın mülküdür ve Allah bunlarda insanı halef kılmıştır. Bu istihlaf sayesinde mülkiyet insan için hâsıl olmuştur. Zîra insanın malı kullanmasını câiz kılan, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’dır. Nitekim Azze ve Celle şöyle buyurmuştur:  وَآتُوهُم مِّن مَّالِ اللَّهِ الَّذِي آتَاكُمْ  Allah’ın size verdiği maldan siz de onlara verin.[en-Nûr 33] Bu âyette Allah, malı kendisine atfetmiştir. Ve şöyle buyurmuştur:  وَأَنفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُم مُّسْتَخْلَفِينَ فِيهِ Sizleri üzerinde (tasarrufa yetkili olarak) halef kıldıklarından infâk edin.[el-Hadîd 7] Bu âyette de insanı mala halef kılmıştır. Bugün ise Kapitalistler insanların enerji ve gıda gibi kamusal servetlerini kendi tekellerine almışlar, fâizi de mal toplamanın aracı haline getirmişlerdir. Tüm ümmetlerin ve halkların baş belâsı işte budur! Oysa İslâm, suyun, ateşin ve meranın tüm insanların mülkü olduğunu ikrâr etmiştir. Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:  الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاَثٍ فِي الْكَلئِ وَالْمَاءِ وَالنَّارِ  Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar: Mer’a, Su ve Ateş.” Lâkin bugün Kapitalistler bunların her üçüne de el koymuşlardır. Oysa bu haramdır ve hiç kimsenin, başkalarını dışlayarak bunları kendisine mahsus kılmaya hakkı yoktur. Örneğin, İslâmî Âlem’de mevcut petrol ve doğalgaz rezervleri, Kapitalistler eliyle çıkarılıp dağıtılmaktadır. Oysa bu, tüm İslâmî Ümmet’in mülküdür ve bundan istifâde ettirilmelidir, Afganistan’ın ve İslâmî Âlem’in îmârı için meselâ.

 

Kurulması farz olan Hilâfet’in ikâmesi için Hizb-ut Tahrir’in nasıl çalıştığına gelince; muhakkak ki Hizb-ut Tahrir, İslâmî Akîde, Kur’ân ve Sünnet esâsı ve Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in metodu üzerine, İslâmî Ümmet’in içerisine düştüğü çöküşten kurtulması yolunda bütün samimiyeti ve gayretiyle elli küsûr ülkede çalışmakta, bütün İslâmî Âlem çapında İslâmî Hilâfet’in kurulması uğrunda en üst derecede uğraş vermektedir. Hizb-ut Tahrir, Müslümanları uyandırmak ve siyâsî, iktisâdî ve ictimâî açılardan vecîbelerine yönlendirmek üzere şiddetten uzak selîm çalışmalar yürütmektedir. Hizb-ut Tahrir, bağımsız bir partidir, herhangi bir hükümet veya diğer herhangi bir parti ile hiçbir bağlantısı yoktur. Hâlihazırda İslâmî Âlem’de süregelen fesâdın, kokuşmuşluğun, yolsuzluğun, zulmün, düşmanlığın, parçalanmışlığın, kaosun, katliamın ve diğer bütün musîbetlerin yegâne çözümü Hilâfet’in ihyâsıdır. Hizb-ut Tahrir, Müslümanları İslâmî Hilâfet’in ihyâsı doğrultusunda teşvik etmek üzere küresel çapta envâ-i çeşit siyâsî faaliyetlerde bulunur ve muhtelif beldelerden binlerce Müslüman bunlara iştirâk eder. İslâmî Hilâfet’in ihyâsında izlediğimiz metot oldukça nettir ve aşağıdaki çerçevededir: Hizb, şer’î ahkâma dâvette Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in metoduna ittibâ eder. Zîra Allah [Azze ve Celle] şöyle buyurmaktadır:  لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَاليَوْمَ الآَخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً  Andolsun ki Rasûlullah’ta sizin için, Allah’a ve Âhiret Günü’ne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için gerçekten en güzel örnek vardır. [elAhzâb 21] Ve şöyle buyurmaktadır:  قُلْ إِنْ كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ De ki: eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana ittibâ edin ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınıza mağfiret etsin.[Âl-i İmrân 31] Ve şöyle buyurmaktadır:  وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا  “Rasûl size her neyi getirdiyse onu alın ve sizi her neyden nehyettiyse ondan da kaçının.[el-Haşr 7] Yine pek çok Kur’ânî âyet ve Nebevî hadîs vardır ki küçük-büyük her şeyde Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’e ittibâyı emreder ve bunu Müslümanlara farz kılar. İşte Müslümanlar bugün, Dâr-ul Küfür’de yaşamaktadırlar. Çünkü yönetim veya karar, İslâmî olmayan hükümlere göre olmaktadır ve bu da tamamen Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] zamanında İslâmî Devlet’in kurulmasından evvelki duruma benzemektedir. O zaman Nebî olarak gönderildiği halde, Küfür hükümleriyle yürütülen yönetim, İslâm-dışı bir usûle göreydi.

 

Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in Sünneti’ne müracaat edersek, SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dâvetinde nasıl ilerlediğini ve Medîne’t-ul Munevvera’da İslâmî Devleti kurmayı nasıl başardığını rahatlıkla kavrarız. Gerçekten de SallAllahu Aleyhi ve Sellem, birkaç merhaleden geçti ve İslâmî Devlet’in ikâmesine ulaşıncaya kadar çeşitli ameller yaptı. İşte Hizb, Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in bu metodunu benimseyip adım adım izlemektedir. Tâ ki İslâmî Hilâfet’in ikâmesine kadar… O nedenle Hizb-ut Tahrir, dâvetini üç merhaleye ayırmıştır ve bunlar aşağıdaki gibidir:

 

1.    Teksîf [Kültürlendirme]: Bu merhalede fertlere Hizb-ut Tahrir’in fikirleri ve İslâmî Kültür öğretilir ve bu sırada Hizbî bir kitle teşkil edilir.

 

2.    Tefâul [Kaynaşma]: Bu merhalede, oluşturulan Hizbî kitle, İslâmî Ümmet’i İslâm’a yöneltmek üzere selîm bir şekilde Ümmet ile kaynaşır, İslâm’ı hayatlarının esâsı haline getirmeye ve dünya işlerinde tatbîk ettirmeye çalışır, onlara İslâm’a aykırı tüm fikirleri, inançları ve eylemleri açıklayıp bunlara karşı sakındırır ve kezâ Ümmet’e yönelik habîs Sömürgecilik maksatlarını ifşâ edip bunlara karşı Ümmet’i uyarır.

 

3.    Hukm [Yönetim]: İnkılâbî ve köklü bir şekilde İslâm’ın tatbîkine başlamak ve İslâm’ı, Dâvet ve Cihâd yoluyla tüm âleme taşımak üzere Halîfeye bey’at ile İslâmî yönetimi ve Hilâfet’i ikâme eder.

 

Ey Müslümanlar! İslâmî Hilâfet’in inşâsı ütopik bir faraziye değildir, bilakis kaçınılmaz bir emirdir. Zîra Müslümanların yeryüzünde Allah’ın Şeriatı’nı tatbik etmeleri farzdır. Hilâfet ise Allah’ın Şeriatı’nın uygulanmasının ve İslâmî Ümmet’in, içerisine düştüğü zilletten ve hezîmetten kurtulmasının tek yoludur. İşte Hizb’in düzenlediği mezkur konferanslar, Müslümanlara vecîbelerini hatırlatmak ve geleceklerini şekillendirmeye çağırmak içindi. Muhakkak ki Hilâfet kesin bir farzdır ve Müslümanların Ebu Hanîfe, İmâm Şâfiî, İmâm İbn-u Hanbel ve İmâm İbn-u Teymiyye gibi şöhretli îmâmları, Hilâfet’i “Umm-ul Farâid” (farzların anası) olarak addetmişlerdi. İşte bu nizâm, bir gün mutlaka kâim olacaktır; Huzeyfe [RadiyAllahu Anh]’den rivâyet edilen bir hadîste Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bunu açıkça şöyle müjdelemiştir:  تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ  Allah’ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah’ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır.” Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

 

İşte bugün, hem İslâm, hem Şeriat, hem de Hilâfet tümüyle, Kâfirlerin medyası tarafından azgın saldırılara mâruz bırakılmaktadır. Lâkin bizler, bir türlü uyanamıyoruz! Hatta Müslümanlar, topraklarından Kâfirlerin tasallutunu ve hegemonyasını kaldırıp atmayı akıllarına dahi getirmemektedirler. Oysa Kâfir Batı, kendi menfaatlerini koruma altına almak ve İslâmî Ümmet’e darbe üstüne darbe indirmek üzere diktatör tâğutları Müslümanların iliklerine kadar musallat etmiştir. Zîra o yöneticiler kendilerini, Batı’nın kudretini ve menfaatini korumaya adamışlardır, ne halkın maslahatları, ne güvenlikleri, ne de istikrarları hiç de umurlarında değildir.

 

Muhakkak ki bizler, İslâm hakkında yegâne sahîh mefhumu yaymak üzere bütün gücümüzü harcamakta, İslâmî Hilâfet’in ikâmesi ve İslâmî Şeriat’ın tatbîki uğrunda yoğun uğraşlar vermekteyiz. Kezâ İngiltere ve Amerika gibi Batılı devletlerde -ki güya bunlar demokrasinin beşiği sayılırlar- Müslümanları vecîbelerine yönlendirmek ve onlardaki İslâmî rûhu canlandırmak için çalışıyoruz. Üstelik bu ilerleyişimizde hiçbir tehlikeyi yahut tehdidi de umursamıyoruz. Özbekistan’da meselâ, ajan diktatör Kerimov binlerce kardeşimizi tutuklamakla kalmamış, bir kısmını çeşitli işkence yöntemleriyle katletmek, bir kısmını da kaynar suların içine atarak haşlamak suretiyle binlercesini şehîd etmiştir. Yine Irak’ta da bazı kardeşlerimiz asit kazanlarında eritilerek katledilmiştir. Ayrıca şebâbımızdan binlercesi bugün hâlen zindanların ve hapishanelerin karanlıklarında tutulmakta, çeşitli işkence yöntemlerine mâruz bırakılmaktadır. Güya demokrasinin beşiği sayılan devletlerdeki çabalarımız ve çalışmalarımız ise sürmektedir ve çalışmalarımızda hiç kimse önümüzü kesemeyecektir.

 

Kâfirlerden yardım isteyen, onları dost ve sırdaş edinen ve onlardan medet uman Müslümanlar, kuşkusuz büyük bir günah ve suç işlemektedirler. Allah [Celle ve ‘Alâ] şöyle buyurmaktadır:  بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا، الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا Münâfıklara kendileri için çok elîm bir azap olduğunu müjdele! (138) Onları ki Mü’minleri bırakıp da Kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) onların yanında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izzetin tamamı Allah’a aittir.[en-Nisâ 138-139] Ve şöyle buyurmaktadır:يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُواْ لِلّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا، إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا Ey îmân edenler! Sakın Mü’minleri bırakıp da Kâfirleri dost edinmeyin! (Bunu yaparak) Allah’a, kendi aleyhinize apaçık bir delîl mi vermek istiyorsunuz? (144) Muhakkak ki münâfıklar Cehennemin en alt katındadırlar. Artık onlar için asla bir yardımcı bulamazsın.[en-Nisâ 144-145] Dolayısıyla Kâfir devletlerden yardım istemek, mutlak olarak haram kılınmış bir ameldir. Zîra Nebî [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] bundan nehyederek şöyle buyurmuştur:  لاَ تَسْتَضِيئُوا بِنَارِ الْمُشْرِكِينَ  “Müşriklerin ateşiyle aydınlanmayın.” Buradaki ateş, kuvvete kinayedir. Yine şöyle buyurmuştur:  فَإنَّا لاَ نَسْتَعِينُ بِالْمُشْرِكِينَ Muhakkak ki bizler Müşriklerden yardım istemeyiz. Oysa şu anda İslâmî Âlem’deki yöneticiler, bilhassa Afganistan’daki yöneticiler bu haram ameli yapmaktadırlar ve halen bu haram fiillerini sürdürmektedirler. Rasûl [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in kendilerinden yardım istediği kâfirlerin hepsi, fertler halindeydiler ve İslâm’ın râyesi altında savaşıp Müslümanlara yardım etmekteydiler. Oysa Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem] Küfür nizâmlarından asla yardım almamıştır. Bugün ise durum tam tersine dönmüş, böylece Müslümanlar, Küfür nizâmlarından yardım ister ve hanîf dînlerini terk eder hale gelmişlerdir. Madem ki sizler, hakkı işittiniz ve gâyesini kavradınız, ki işittiniz ve kavradınız, o halde sizleri bize destek vermeye, bize katılmaya ve İslâmî Hilâfet’in kurulması için bizimle birlikte çalışmaya dâvet ediyoruz. Nitekim Nâfî’, İbn-u Umer [RadiyAllahu Anhumâ]’dan Rasûlullah [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:  وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّة Her kim boynunda bey’at olmadan ölürse, câhiliyye ölümü ile ölmüş olur.

 

Ey Müslümanlar! Muhakkak ki Allahu Te’alâ şöyle buyurmuştur:  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا كُونوا أَنصَارَ اللَّهِ كَمَا قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ لِلْحَوَارِيِّينَ مَنْ أَنصَارِي إِلَى اللَّهِ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ نَحْنُ أَنصَارُ اللَّهِ Ey îmân edenler! Allah’ın ensârları [dînine nusret verenler] olun! Hani İsâ ibnu Meryem Havârîlere; “Allah’a (giden yolda) benim ensarlarım kimlerdir?” demişti de Havârîler; “İşte bizler Allah’ın ensârlarıyız” demişlerdi.[es-Sâff 14] Ve şöyle buyurmuştur:  إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ وَالْمُشْرِكِينَ فِي نَارِ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا أُوْلَئِكَ هُمْ شَرُّ الْبَرِيَّةِ 6 إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أُوْلَئِكَ هُمْ خَيْرُ الْبَرِيَّةِ 7 جَزَاؤُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا رَّضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ذَلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ Ehl-il Kitâb’dan ve Müşriklerden olan Kâfirler, muhakkak Cehennem ateşindedirler, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. İşte onlar, yaratılmışların en şerlileridirler. (6) Îmân edip sâlih ameller işleyenler ise yaratılmışların en hayırlılarıdırlar. (7) Onların Rableri katındaki mükâfatları, altından ırmaklar akan Adn Cennetleridir, onlar orada ebedî kalıcıdırlar. Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte bu, Rabbinden korkan içindir.[el-Beyyine 6-8] Ve şöyle buyurmuştur:  وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ  Bize düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.[Yâ-Sin 17]

 

حزب التحرير

   

Hizb-ut Tahrir

 

H. 17 Cumâde’l Ûlâ 1429

Afganistan

  M. 22 Mayıs 2008

 

 

Bu Beyannameyi İndirmek İçin Lütfen Tıklayınız!